SARAYSIZ  BAŞKAN

‘’ Yahu saraysız başkan mı olur? ‘’ diye soru işareti israfında bulunmayalım dostlarım!. Olma mı hiç! Üstelik ben sadece birini konuk edeceğim köşeme. Yazınca hatırlayacak; hatta derin bir ‘ Ahh! ‘ çekeceksiniz, eminim..

Uzun adıyla; Jose Alberto Mujica Cordano. Dünyanın tanıdığı ismiyle Jose Muica. Uruguay halkının çağırdığı adıyla; Pepe..

Yazının başlığı O’nu anlatan kitabın başlığından. Biraz uzun;  ‘ İktidarda Bir Kara Koyun. Saraysız Başkan. Jose Muica ‘..

Andres Danza ve Ernesto Tulbovitz’in yayıma hazırladıkları kitap; 2015 yılının kasım ayında Tekin Yayınevi tarafından basılmış. O yılın aralık ayına girmeden bitirdiğimi hatırlıyorum; kesinlikle tavsiye ederim. 75.sayfadaki bir açıklamasını alıyorum aşağıya..

Resmi arabayla çıktığım zaman , arabanın kapısını açmalarına izin vermiyorum ve arkada hiç oturmuyorum. Bizi öldürmeye gelirlerse şoför tek başına vurulsun istemiyorum. Sen de bu riski onunla birlikte üstlenmelisin. Başkanlığa ait bir arabayı kullanıyorum ama çöpten buldukları kayıtsız bir plakası var. Askerler zaten plakayı biliyor. Ben arabayla tanınmadan gitmek istiyorum. Ortalığı velveleye vermek istemiyorum. Başkanların etrafındaki tüm bu zırvalıkların canı cehenneme. Bana göre değil bunlar..

Her ne kadar öncesinde de Uruguay Siyasetinin önemli aktörlerinden olsa da; dünya onu 2010 – 2015 yılları arasındaki devlet başkanlığından tanır. Bir de mavi renkli 1973 model vosvosundan!.

Görev süresi boyunca 12.000 amerikan dolarına karşılık gelen maaşının % 90’ını hayır kurumlarına bağışlayan, görev gereği ziyaret ettiği ülkelere tarifeli uçaklarla gitmeyi yeğleyen, Uruguay Devlet Başkanlığı Sarayı yerine Montevideo’nun dışındaki gecekondudan hallice kendi evinde eşi ve sadık dostu ve köpeği Manuela’yla yaşamayı seçen ikonik bir liderden bahsediyoruz.

Yine kitaba dönmek istiyorum. Türkçe basımında editörlük görevi üstlenen Ayşe Çakan’ın giriş diye adlandırabileceğimiz bir bölümde yer alan bir iki tümcesini de almak istiyorum yazıya..

‘ Elinizdeki kitap yayıma hazırlanırken adı konusunda epeyce görüş alış verişinde bulunuldu. İspanyolca baskıya uygun olan ‘’ Sürünün Kara Koyunu İktidarda ‘’ ya da ‘’ Kara Koyunun İktidarı ‘’  gibi isimler üzerinde duruldu. Ancak hiçbiri ‘’ Saraysız Başkan Jose Muica ‘’ kadar anlamlı ve sevimli değildi..’

Pepe ülkemizi de ziyaret etti. Tarifeli uçakla Paris üzerinden geldi İstanbul’a.. Makam otomobili yine 73 model bir vosvostu. Taksim’de üç yıldızlı bir otelde konakladı. İş yaşamımdaki kısa süreli İstanbul seyahatlerimde benim bile kalmadığım yerlerdir. ( Hiçlik ve ego törpüsü konularında en büyük örneklerimden olduğunu belirtmemin tam da yeridir.. )

Yine kitaba ve Pepe’ye dönelim..

İyi yemek pişirmeyi bilmek, elde olanlarla pişirmeyi bilmektir. Anchorena’da, ihtiyar ve ben yemek yapıyor, bulaşıkları yıkıyoruz. Her şeyi yapıyoruz. Zihniyet meselesi bu. Benim için yemek pişirip temizlik yapan hizmetkarlar istemiyorum. Ben göreve geldiğimde, başkanlık hizmetinde çalışanlardan bazıları bunu anlamakta çok zorlandılar. Eskiden başkanın ailesi de dahil herkes için yemek yaparlarmış. Şimdi ise sadece davetliler geldiği zaman yemek pişiriyorlar. Mutfakta elimden bir şeyler geliyor; mesela domates sosları yapıyorum, özellikle Manuela için pişiriyorum. Yağda kavrulmuş soğanlı kıymayı seviyor. Bunu hazırlamadığımda bana adeta, ‘ Ne veriyorsun bana budala ‘ der gibi bakıyor. Avucunun içindeyim. İstediği şeyi yaptırıyor bana. Bazen sabah erkenden kalktığımda ilk yaptığım şey onun mamasını hazırlamak oluyor..    

Kurgu gibi algılanabilir yazdıklarım; ama bir devlet başkanını anlatmaya çalışıyorum sizlere.. Avrupa’da falanca başbakan bisikletle işine gitti. Kral kaykaya bindi. Bakan marketten alışveriş yaptı haberleri bu kitaptan sonra öyle yapay gelmiştir ki bana!. Sizce de öyle değil mi? Yine kitaba ve Pepe’ye bırakalım köşemizi..

Başkansınız ve kendinizi bir üst kategoride görüyorsunuz. Kont, markiz, kral gibi. O kadar ileri gitmemek gerek. Bana göre korkunç bir şey bu..

Sadece ülkemize has bir olgu olduğunu sanmıyorum siyasetçilere duyulan öfkenin. En temelden başlarsak; vekillere sağlanan olanaklar asillerin kat be kat üzerindedir ülkemizde.. Nasıl olmasın? O asile üç yılda bir yapılan gözlük yardımı sadece 37 lira dostlar!. Vekilin haklarını yazmayayım.

Mujica  ‘ Ölüm de var! ‘ aforizmasına bile atıfta bulunmuş..

Ölümü içselleştiremeyen insanlar var; mutsuz ölüyorlar. Oysa bu, doğanın temel bir kanunudur, bunu özümsemek gerekiyor. Asıl mesele, yaşadığın hayatı sevmekte biter. Bazen hayatta olmayacağım günleri düşünüyorum. Sanırım bir on yıl içinde benim hakkımda değerlendirmeler yapılmaya başlanır. Ama ben ölmüş ve gömülmüş olacağım. Yani kısa bir elveda sonrası işi daha fazla uzatmayacağım. Öleceğimi hissettiğim zaman, yatağıma gidecek, sakince uykuya dalacağım..

Hırs, kibir, ego! Ne derseniz deyin! Kara toprakta herkese, her şeye yer var; saray falan hariç.. Onlar yalan dünyanın aldatmacaları.. İnanmıyorsanız kitabı okuyun…

Yorumlar