İAL, DOSTLUK ve ÖTESİ

Kimi yazılarımda gururla bahsini geçiririm lisemin, İzmir Atatürk Lisesi’nin. Üniversite eğitimim kartvizitimin, lise eğitimim ise kişiliğimin ve hayata karşı duruşumun şekillendiği kurumlardır..

Bir yazıya sığdırmak elbette zor.. Böyle bir şeye kalkışmayacağım da!. Başlıktaki sırayla gideceğim.. Kısaca lisemden bahsedip dostluğa uzanacak ve keyifli bir yaşanmışlıkla noktayı koyacağım, izniniz olursa..

Okulun temelleri Tanzimat Fermanı’yla esen batılılaşma rüzgarlarına kadar gider. 1888 yılında ‘ İdadi ‘ statüsünde kurulan lise 1910 yılında  ‘ Sultani ‘ olarak eğitime devam eder. İlk müdürü Abdurrahman Hilmi Bey olup; ikinci sınıfı O’nun adını taşıyan binada okuduğumu da belirtmek isterim.

Ulusal Kurtuluş Savaşının fitili İzmir’de, okulumuz binasında yapılan toplantıyla ateşlenmiş dersem abartmış olmam. O toplantıda alınan kararlar dönemin teknolojik olanaksızlıklarına rağmen yazıya dökülerek çoğaltılmış ve ahali başta tüm dünya Maşatlık’ta gerçekleştirilen mitingle işgale karşı bilgilendirilmiş ve isyana çağırılmıştır. O karanlık günlerde güneşin ve umudun tohumlarını bıkmadan usanmadan bu coğrafyanın topraklarına savurarak İzmir’in dağlarında açan ( ve hiç solmayacak olan ) çiçeklerin kahramanları arasında okulumuz müdürü Mustafa Necati ve dönemin öğrencileri de vardır. 20 Haziran 2020’de bu sütunlarda konuk ettiğim Mustafa Necati Bey ve öğrencilerini minnet ve saygıyla anıyorum.

İşgal süresince eğitim faaliyetine zorunlu olarak ara veren okulumuz kurtuluşun hemen ardından, 1922 yılında Müdür Rıdvan Nafiz Bey’in idaresinde tekrar açılmış ve ilerleyen dönemde günümüzde hizmet verdiği; fuarın Lozan ve Montrö Kapıları arasında konumlanmış yuvasına kavuşmuştur. Merhum Rıdvan Nafiz Bey’in adını taşıyan, çoğunlukla merkez bina olarak adlandırılan bu yapıda da bir ve üçüncü sınıfları okuduğumu bilgi notu olarak eklemek isterim.

Günümüze dek binlerce öğrencisini vatan hizmetinde gördüğümüz ve göreceğimiz okulumuzun hemen hepimizin yakından tanıdığı, dünden bugüne uzanan bazı mezunlarını anmak isterim.

Siyasetçisinden edebiyatçısına, bilim insanından müzik dehasına, eğitimcisinden sanayicisine olmak üzere; Şükrü Saraçoğlu, Reşat Galip, Ahmet Adnan Saygun, Neyzen Tevfik, Ahmet Priştina, Attila İlhan, Necati Cumalı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ferit Eczacıbaşı, Selim Sırrı Tarcan, Salah Birsel, Mahmut Esat Bozkurt, Bülent Berkarda, Behçet Uz, Sümer Oral, Hayri Kozakçıoğlu, Ali Kocatepe, Yılmaz Özdil ve Fatih Portakal sadece bazıları. Hayatta olanları selamlıyor; aramızdan ayrılanları rahmetle anıyorum.. 

Başlığın ikinci sözcüğü olan dostluğa yatay geçiş yaptığımda Göko’yu görüyorum yazının bu kısmında!. 6 ay sonra dostluğumuzun 40. Yılını kutlayacağız kardeşimle. Kırklarımızın karıştığı elli küsur yıllık arkadaşlarım da var halen görüştüğüm; ama O liseden!. Üç yıl üst üste bırakın aynı sınıfı,İzmir Atatürk Lisesi’nde aynı sırayı paylaşmanın sağlamlığında inşa edilmiş bir dostluk anlatmaya çalıştığım. Ben samimiyetimize dayanarak Göko desem de; Bornova’nın özellikle tarım faaliyetlerinde son beş altı yılın en önemli simasıdır. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı olarak imza attığı projelerden  ‘ Kınalı Bornova Bamyası ‘ çalışmalarını Tr.Haberler Portalı’na taşımıştım. Köy sayısı açısından yetersiz olan Bornova’da; niteliği yükseltmek adına her yerdedir!. Bir gün zeytin fidanı dikiminde ter dökerken, ertesi gün arıcılıkla ilgili bir seminerde, aynı günün akşamında üreticilere Pazar yeri temin etme çalışmalarında görebilirsiniz. Dostluğumuzun 50. Yılının da bir yazıya konu olmasını diliyorum..

Başlığın üçüncü sözcüğüne geldik; Ötesi!.

2020 yılının temmuzu.. Halikarnas Balıkçısı’nı, Karya’yı anarak okulumuz mezunlarından ve coğrafyanın çocuğu Ali Kardeşimizin rehberliğinde ve Tuzla Gölü’ndeki flamingoların yoldaşlığında Bargilya’yı geziyoruz. Göko aradı ve olay patladı!. Hala konudan yeni espriler üreterek ekmeğini yediğimi itiraf etmeliyim konunun.

Lise son sınıftan dostumuz Boza tarımla uğraşır. İzmir’in güney ilçelerinden birinde sevgi ve saygıyla anılan geniş bir ailenin evladı ve esaslı bir üreticidir. Boza tarlalarından birine mısır eker. Eker ama; yaban domuzlarının istilasına bir çözüm üretemez. Öyle ki; damlama sisteminin hortumlarına bile zarar verir domuzlar!. Kendisini her ziyaret ettiğimizde oturduğumuz kıraathanede yaşlı bir amcamız verir reçeteyi: ‘’ Evlat!. Dök tarlanın etrafına arslan bokunu; bak görüyo musun bi daha yezitleri. ‘’

Reçetenin yolu gayet açıktır da malzemede sorun vardır, arslan boku!. Öyle ki; normal şartlarda İstanbul’dan uçağa binip yedi saat, indikten sonra ciplerle iki saat yol teperseniz ulaşabilirsiniz malzemeye Serengeti’de! Boza için ne gam? Göko var, dostu var. Hal hatır sorulduktan sonra açar meramını Boza : ‘’ Kardaşım benim. Üç güne kadar bir kamyon kasası arslan boku lazım bana. Öptüm. ‘’

Ben emindim Boza’nın mesajının içeriğinin üç güne kalmadan yerine getirileceğine. Dostluğun içeriğini anlayabilenlerin o eminliğin uzantılarında bu satırları okurken içtenlikle gülümsediğine de eminim. İki gün sonra Sasalı Doğal Yaşam Parkı’ndan ararlar Göko’yu:  ‘’ Başkanım bir kamyon kadar hazırladık. Ama açık kasalı bir araçla aldırın; öyle böyle değil, fena kokar. ‘’

Didaktik mesajlar vermenin boyumu aşacağının bilincindeyim. O tür iddiaların peşinde de olmadım. Yine de; arkadaşlık bir yana  ‘ Dostluk ‘ kavramının olur olmaz yerlerde ve değerinin çok altında, ucuzca kullanılmasına karşıyım. Ben anlatmış olayım, kararı size bırakayım.

Örneğin Göko!. Sabahın dördünde çaldırsa telefonumu ilk sorum  ‘ Neredesin‘ olur, ‘ Ne oldu ‘ değil!.

Ferah içerisinde geçsin ömrünüz.. Başınız dara düşerse de; bir dostunuz olsun en esaslısından…

Yorumlar