HİÇSEL  SERPİNTİLER

Themiskyra’dan yükselen ağıtlarla uyanıyorum.. Başucumda gözyaşı döken Penthesilea’nın ellerinde ellerim. Ter içindeyim! Kan içinde ellerimiz. Terme’den kan akıyor kan!. 16 yaşındaki E.A ve 41 yaşındaki annesi Hacer’i koruyamadığına ağlıyor Penthesilea.. Themis’in gözlerini kravatıyla bağlıyor katil!.

Bir koşu tutturmuşum!. Kabil’in Karte Seh semtinde, parlamento binasını gören bir evin önünde kesiliyor yolum!. Burka giymiş insanlar sarıyor etrafımı; ama hepsi erkek!. Eşref Gani peçesini aralayıp yalvarıyor; kaçır beni buradan!. Elimde değil; kusuyorum yüzüne..

1357 yılının yaz mevsimi.. Francesco Gattilusia’nın konuğuyum; şarap su gibi akmakta Midilli’de.. ‘ Corci ‘ diyor,  ‘ Karakol ‘ diyor Francesco; bana ne be deyip seyirtiyorum Samos’a doğru.. Mültecisinden iki levreği katık ediyoruz rakıya Epikür Ustayla.. ‘’ Yaşadığımız sürece ölüm yok, ölüm geldiğinde ise biz yokuz. ‘’ aforizmasıyla gönüllere ferahlık salıyor filozofların en delikanlısı..

İyonya’ya güz gelmiş.. Afilisinden bir güneş doğmakta sarı – yeşil doğanın üzerine.. Körfez çivit mavisi; yunuslar haykırıyor uzaklardan ‘ Günaydın ‘ diye.. Homeros beliriyor mağarasının önünde, bir eli çenesinde. Saatlerce düşünüyor hemen aşağıdaki zeytin ağacını kerteriz alırmışçasına.. Zaman donmuş gibi! Börtü – Böcek, kuş, balık, ağaç eşlikteler bu düşünce seansına sanki.. Saatler sonra kayadan tabletini alıp İlyada Destanı’na bir ekleme daha yapıyor: İnsanların soyu da yaprakların soyu gibidir. Rüzgar kimi zaman onları yere saçar ve kimi zaman da bahar onları yeşil ağaçların üzerinde filizlendirir. İnsanların soyu da böyledir işte; bir taraftan filizlenir, diğer taraftan silinip gider..

Baharda yeşil yemyeşil ağaçların dallarında filizlenebilme umuduyla Urla’ya doğru yola koyuluyorum.. Zeytinlerin koyu yeşilinden asmaların açık yeşiline akan bir yol üzerindeyim.. Maviyle kesişeceğim; adım gibi eminim!. Yorgo Seferis’in, Necati Cumalı’nın gözlerinin değdiği ufka doğru yürüyorum. Yorgunluk yok, heyecan var!. O ufuk çizgisinden sözcük heybeme akacak nice ilham pırıltısını görebiliyorum, duyabiliyorum..

76 yıl öncesinde bir ağustos sabahına uyanıyorum Japonya’nın batısında.. Çugoku bölgesinin Hiroşima kentindeyim. Gohan, nori ve miso çorbasından ibaret kahvaltı sofrasına saat tam yedi buçukta oturuyorum. Sıkıntım var, iştahım yok!. Yoshiko’nun zorlamasıyla biraz çorba kaşıklıyorum.. Sigaramı sararken bir kiriko sake istiyorum; kaşlarını çatsa da getiriyor Yoshiko.. İçer içmez korkunç bir patlamaya eşlik eden cehennemi sıcakla erimeye başlıyoruz. Saat sekiz onbeş!. Hiçbir şey yok olmaz mı? Yok oluyoruz işte Yoshiko’yla Hiroşima’da!.   

1868 yılı.. Sibirya’dayım.. Dostum Rodion Romanoviç Raskolnikov’u ziyaret etme derdindeyim. İznin çıkması üç günü buluyor! Uslu uslu bekliyoruz. Üç günün sonunda Rodion karşımda; adeta kemikleri sayılan bedenine usulca sarılıyorum. Tepki vermeden gözlerimin ta içine kenetleniyor; ‘ Neden ihbar ettin beni ‘ beni sorusuyla önümdeki sandalyeye çöküyorum. Yüzüne bakamadan, duyulur duyulmaz bir sesle ‘ Roman bitmezdi Raskolnikov ‘ diye fısıldıyorum! Arkasını dönüp çıkarken usulca tıslıyor: Fyodor’la böyle anlaşmamıştık. İkinizin de canı cehenneme!.

Denizin olmadığı yerde yaşamamışlığımın uzantılarında Poseidon’la hısım gibiyiz. Araya girip ağabeyi Zeus’la bir akşam yemeği organize ediyor.. Yengesi Hera’nın hazırladığı müthiş sofradayız Pergamon’da.. Hiç görmediğim ve belki de hiç göremeyeceğim pembelikte Pitane’de avlanan barbunların rengi. Ahmet Ümit’in son kitabına öykünüp Kratos’u soruyorum! Gök gürültüleri eşliğinde haykırıyor; ölüler ölüdür diye.. Yemek boyunca ne soru soruyorum, ne bir lokma atıyorum ağzıma. İlk ulağın terkisinde dönüyorum Denizköy’deki yatağıma!.

Yol yorgunuyum.. Yorgunken uyumak zor! Yine de gelecek sabahın ve takip edeceklerin karşılayıcısı, o muhteşem sözcüğün hatırına ve adet yerini bulsun diye biraz uyku molası bana!

Her uyandığımda duyacağınız o üç heceli sözcük hep dilimin ucunda ve yüreğimde olacak..

GÜNAYDIN…

   

Yorumlar