Bezelyesini Ayıklayanlar Kulübü

 Ispanak yemeğini yemeyi inatla reddediyordum. Annemle göz göze geldik. “Yiyeceksin!” der gibi bakıyordu bana. Hayır, yemeyecektim.

Henüz ilkokula yeni başlamıştım; altı - yedi yaşındaydım. Okuldan geldiğimde direkt derslerimi yapıp bahçeye, arkadaşlarıma koşmak adetimdi. Ödevimi pekala sonra da yapabilirdim ama aklımın bir yerde takılı olmasını istemiyordum; oyun oynarken özgür olmalıydım. Ne garip, çocukken bile kıstaslarım vardı. Bugün de hala bir işi çabucak -ancak üstünkörü yapılmasından bahsetmiyorum- yapıp sonrasında kafamın rahatlamasını, o anlamda boşalmasını seviyorum. Kahvemi daha keyifle yudumluyorum misal. İnsanoğlu garip;  biz gerçekten tuhaf yaratıklarız.

Okuldan eve geldiğimde tadını bir türlü sevmediğim ıspanak yemeği beni bekliyordu. Üstelik onu yemezsem makarna da yoktu! Nasıl vicdansızlık! İnatlaştım, yemedim. Ancak annem hiç bıkmadı; ısrarla bu yemeği yapmaya ve önüme koymaya devam etti. Beni hep zorladığını düşünmüşümdür. Umarım, bir noktada pes edecekti! Ama o beni bu süreçte tanımaya ve neden sevmediğimi anlamaya çalıştı; denemeye devam etti. En sonunda da kazanan o oldu.  Bir gün yoğurt dökerek getirdiği ıspanakla dolu tabağı ben bi’ çırpıda silip süpürdüm. Ispanağı o zamandan beri keyifle yiyorum.

Alışveriş merkezinin yemek katında tabağındaki bezelyeleri ayıklayan küçük çocuğu görünce geçmişe daldım. Belki o da ileride bezelyesini iştahla yiyecek ancak henüz aradığı karışım tadı bulamadı; hamurunda bezelye olan bir makarna olarak ya da pilavla belki… Aklımdan geçen bu düşünceler üzerine gülümsedim. Ah, Tanrım neler düşünüyordum! Resmen küçük bir çocuğun yeme alışkanlıkları üzerine kafa yoruyordum.

Ancak bugün kimse kimseye bir şans vermiyor; hepimiz kabaca ‘kestirip atıyoruz’. Ön yargı ve peşin hükümlerimiz sağ olsun, birbirimizi tanımaya ve her birimizin ayrı bir hikayesi olduğuna ikna olamıyoruz. İşin özü biraz da bunu vakit kaybı olarak görüyoruz. Ne yazık… Oysa bu kadar basit değiliz ki… Yeryüzündeki en karmaşık canlılarız. Nasıl olur da bu kadar kolay birbirimizi çözdüğümüzü sanıp, yaftalarız? Çok büyük bir yanılgı içindeyiz.

Başka bir neden olarak da ‘uğraşmak’ istemiyoruz. Konuşmayı seviyoruz, dinlemek yorucu geliyor. Karşımızdaki kişiyi tanıdığımızı sanıyoruz ama aslında biz kendimizi bile tanımıyoruz. Çünkü her şeyi en iyi hep ‘biz’ biliriz, tahammül seviyemiz maalesef o kadar düşük ki… Hoşgörü eşiği yüksek biri ancak karşısındakiyle anlamlı ilişkiler geliştirebilir. Savunucu, saldırgan tutum gösteren bir birey bu yetiden ne yazık ki yoksundur. Her şeyde bir ‘kulp’ arar, imalarda bulunur bu yetisi noksan kişiler… Ya birilerinin tabağında ayıklanmış bezelye olur ya da ayıkladığı bezelyelerle tabağını boşaltan biri…

Günün sonunda ruhen hepimiz aç kalırız bu doyumsuzluğa ulaşırsak... Hem herkes hep bi’ kusurlu, hep sorun onlarda. Peki, biz baktık mı ki hiç aynaya? Hepimiz birbirimize benzeyemeyiz, benzememeliyiz de! Hepimiz birbirimizle aynı düşünemeyiz, düşünmemeliyiz de! Her duygu ve söylem ifade ediliş biçimiyle anlam bulur; bazen üslup her şeydir. Elbette unutmamak gerekir; her tat ve renkten olduğumuz ve fikirlerimizi ifade ettiğimiz sürece hür sayılırız. Farklılıklarımız bizi anlamlı bir bütün yapıyor. Yeter ki denemekten vazgeçmeyelim; hiç sevmediğimizi düşündüğümüz lezzetlerin farklı bir şekilde karşımıza çıktığında damak tadımızı nasıl zenginleştirdiğini düşünerek…

Yorumlar