BU HİKÂYENİN SÖYLEYECEKLERİ VAR!

Hayat geçip gidiyor. Hayat içerisinde ne çok kavgalarımız var. Nefret ve kızgınlıklarımız. Böylesi yaşamak hiç de iyi bir şey değil. Öyle ki bu hal fazlasıyla yorucu olmakta. Ve farkında olmadan, zamansız bir şekilde yaşlandırıyor insanı. Düşünme kabiliyetini zayıflatıyor hatta.

Bu nedenle ki; olabildiğince yenilmemeye çalışmalıyız, böylesi olumsuz duygularımıza. Zor olacak ve zorlanacağız belki de. Ama zorlandığımız anlarda derin nefes almalı, uzun yürüyüşlere çıkıp biraz rahatlamalıyız. Bu ruha iyi gelecek eminim.

Bambaşka şeyler düşünmeye çalışmak...

Bir kahve içmek de öyle... Bazen tüm bunlar işe yarıyor.

Velhasıl, her zaman kaçınmaya çalışalım kızgın, öfkeli ve kinli halimizden. Çoğu kez kontrolümüzü en fazla kaybettiğimiz ya da kaybedebileceğimiz zamanlar oluyor, böylesi zamanlar. Bunu hissettiğimiz anlar ise çoğunlukla, bir insanın diğerini aşağılamaya yeltendiği zamanlar olur.

Anlatmakta zorlandığımız bir çaresizlik hissi yaşıyoruz belki de.

Fakat ne olursa olsun kontrolü elimizde tutabilmeliyiz her daim. Kontrolü elimizde tutabildiğimiz kadar ancak olumlu hislere sahip olabileceğiz. Unutmamalıyız ki; kötü muamele olarak adlandırılan her bir davranış özünde, insan onurunun hiçe sayılmasıyla ilgili. Yalnızca fiziksel bir acı değil bu belki ama, söz konusu onarılması güç bir duygusal şiddettir. Dolayısıyla kötü muameleye karşı olmak, insan onurunu koruyup onu üstün tutmak amacını gerçekleştirmeye yönelik kabul edilir.

Bir insanı küçük ve hor görmek, aşağılamak, insan yerine koymamak; bu kişinin onurunu yok saymaya ve fazlasıyla örselemeye yeter.

Hâl böyleyken, beş parmağın beşi bir değil, kaidesiyle kendimize benzemeyenlere karşı da olumlu bir tutum takınmalıyız. Sırf bize benzemediği için kin besleyip öfke duymak ne kadar anlamsız...

Yoksul, eğitimsiz, farklı inanç ve etnik gruba dahil diye ve kılık kıyafeti ya da fiziksel özellikleri nedeniyle yok sayan, küçümseyen ve hor gören kimselerden hızla uzaklaşmalıyız...

İnternet ortamında rastladığım hassasiyet ve inceliklerle dolu bir hikâyeyi sizinle paylaşmak istedim.

***

Bir hanımefendi anlatıyor:

"Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim.”

Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu:

“Nereye gidiyorsun kızım?”

“Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi.” diye cevap verdim.

Bunun üzerine babam:

“Şöyle yap. Mutfaktan bir kaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür.” dedi.

Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum. Babam:

“Yemek ikram etmek ‘mal’ sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise ‘gönül’ sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur.

Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir.” diye cevap verdi ve devam etti:

“Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür.” dedikten sonra biraz durdu. Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:

“Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın.”

Ne büyük incelik!

Ne muazzam hassasiyet!

Hayatımızda hassasiyetler hiç eksik olmasın...

 

Yorumlar