Egemen Bağış'tan 'yalan haber'e karşı çağrı
TC Avrupa Birliği Eski Bakanı ve Başmüzakereci Bağış küresel medyada yalan ve sahte habere karşı etkili denge ve fren sistemlerinin oluşturulması konusunda çağrıda bulundu.
Abone olAvrupa Birliği başkenti Brüksel'de yayınlanan ve AB konularını ele alan tek dergi olarak bilinen New Europe dergisi ve haber sitesi TC Devlet ve AB Eski Bakanı Egemen Bağış tarafından kaleme alınmış olan “Şiddet, Yalan Haber ve Sorumlu Medya” başlıklı bir makale yayınladı. Makalesinde medyanın tarihsel gelişimini özetledikten sonra şiddet olaylarını yansıtan bazı haberlerle, yalan ve uydurma haberlerin topluma verdiği zararları vurgulayan Bağış, kendi başından geçen 17-25 Aralık hain FETÖ kalkışmasına da değinerek yargı ve medya aracılığıyla yaşadığı itibar saldırısında en büyük kurbanın bir kez daha gerçeğin bizzat kendisi olduğunu belirtti.
Medyada sorumluluk çağrısının özgür basın ve ifade özgürlüğüne karşı bir saldırı olarak değil, tam aksine bir kamu görevlisi, endişeli bir baba ve en çok da bir dünya vatandaşının sorumluluk çağrısı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Bağış çoğu zaman, bu düzenlemenin sadece medya sektöründeki bireylerin vicdanlarıyla da şekillendirilebileceğinin altını çizdi.
İşte Egemen Bağış’ın makalesinin tam tercümesi
Radyo yayıncılığından büyük set üstü cihazlara, bugünün sosyal
medya ağlarına ve çevrimiçi görüntüleme yeteneklerine kadar,
tarihte hiçbir iletişim türü, medyanın geçirdiği kadar bir dönüşüm
geçirmemiştir. Aynı şekilde, tarih boyunca da medyanın geleceğiyle
ilgili birçok yanlış öngörüde bulunulmuştur.
1946 yılında, 20th Century Fox şirketinde yapımcı olan Darryl
Zanuck, “İnsanların yakında bir kontraplak kutuya bakmaktan
sıkılacaklarını “ve bu yüzden televizyonun ömrünün fazla uzun
sürmeyeceğini” iddia etmişti. Günümüzde ise böylesi iddialara
sadece şaşkınlıkla tebessüm edebiliriz.
İngiliz gazeteci, yayıncı ve politikacı olan C.P. Scott'ın tahmini
ise biraz daha gerçeğe yakındı. “Televizyon mu? Kelimenin yarısı
Latince diğer yarısı Yunanca olan bir şeyden kimseye hayır gelmez”
demişti. Her ne kadar “hayır gelmez” ifadesi uygun olmasa da
günümüz medyasının toplumu şiddete, çürümeye ve ahlaksızlığa maruz
bıraktığı örnekler sergilediği de yadsınamaz bir gerçek.
Medyanın etkisi derin ve geniş kapsamlıdır. Değerlerimizi, günlük
rutinlerimizi ve hatta köklü ideolojilerimiz ve inançlarımızla
ilgili düşüncelerimizi etkiler. Ayrıca günümüzde medya çok daha
kolay erişilebilir bir durumdadır. Medya artık evlerimizde ve cep
telefonlarımızdadır.
Toplumumuz, şiddet sahnelerine TV ve internetle maruz kalmaktadır.
Sosyal medyada ise akıl almaz türdeki vahşetlere tek dokunuşla
ulaşılabiliyor. Bilgisayar oyunları ise gençlere hayatlarında
adlarını bile duymadıkları silahları nasıl kullanacaklarını
öğretiyor. İşte bu sebeplerden dolayı aile ve toplumumuzun böylesi
zehirlere maruz kalmaması için ekstra önlemler almalıyız.
Bugün medyayla ilgili en acil konular arasında medya içeriklerinde
şiddetin çoğalmasının toplumu bir bütün olarak nasıl
etkileyebildiği hususu başta geliyor. Medyadaki şiddete sürekli
maruz kalmanın kişisel değerlerin temeline zarar vereceği
düşünülmektedir. Özellikle küçük yaştaki çocukların zihinleri, bir
sünger gibi etraflarındaki her şeyi emebilir. Medyadaki bu
şiddet ortamından kolay manipüle olmalarından dolayı, çocuklar
kolay hedef haline geliyor ve durum mağduriyetlere sebep
oluyor.
Günümüzde medya kitleleri şiddete karşı duyarsızlaştırmaktadır. Bu
duyarsızlık bazen küçük çocukları bile vahşete itebilir. Ne yazık
ki medyanın toplum üzerindeki olumsuz etkileri bir okul saldırısı,
cinayet veya intiharlarda artışlar meydana geldiğinde gündeme
geliyor; ancak sonrasında kolayca unutuluyorlar. Böylesi önemli bir
konuda bilincimizin zayıflamasına izin vermemeliyiz.
Ancak bugün mesele o kadar da basit değil. Günümüzde güçlü
şirketler ana akım medya üzerinde muazzam bir etkiye sahipler. Bu
etki nelerin açığa çıkarılıp nelerin üstünün örtüleceğini
belirliyor. Reklamcıları ve şirketlerin sahiplerini üzmemek için
olaylar taraflı veya eksik aktarılabiliyor. Ana akım medya ise
sanıldığından daha fazla etkiye sahiptir. Medya kuruluşlarından
yayılan şiddet ve bozulma ile başa çıkmak istiyorsak medya
kurumlarının tekelleşmesi mutlaka engellenmelidir.
Nobel ödüllü Fransız yazar ve filozof Albert Camus’un dediği gibi
"Özgür basın iyi ya da kötü olabilir, ama özgürlük olmayınca basın
sadece ve sadece kötü olacaktır."
Yalan ve uydurma haberler, dünyamızı kaosa sürükleyen hastalığın
geldiği son noktadır. İçeriği değiştirerek veya teknolojik
hilelerle yapılan uydurma haberler, toplumları zehirliyor, siyasi
gelişmeleri felce uğratıyor ve ekonomilere zarar veriyor. Tarihin
hiçbir döneminde dünyada gerçekler bu denli baskı altında
olmamıştı. Çarpık, uydurulmuş veya yalan haberler zihinleri kolayca
bulandırabilir ve gerçeği hiçe sayabilir.
Ben de şahsen yalan haberlerin mağduru olmuş biriyim. 17 ve 25
Aralık 2013 tarihlerinde, Türkiye'de iki post-modern darbe girişimi
yaşandı. Sonrasında, bazı medya kuruluşları ve bazı yargı
mensupları, hedeflerindeki belirli devlet yetkililerine yönelik
ortak bir saldırıyı koordine etti. FETÖ adlı bir organize suç
örgütü tarafından kontrol edilen ve 15 Temmuz 2016 tarihli darbe
kalkışmasının aynı kötü niyetli organizatörü, medya ve yargı
piyonları, Türk ve uluslararası kamuoyunun algısını şekillendirmek
için çeşitli eylemler düzenlediler.
Ayrıca montajlı sahte ses kayıtlarıyla da bir kumpasın hedefi
oldum. Bu yasadışı saldırının medya organizatörleri "haber
malzemesi" olarak görünen ve sansasyonel olabilecek her şeyin ilgi
çekeceğinin bilincindeydiler. Maalesef planları kısmen kirli
emellerine ulaştı ve bu yalan kumpas haberler bazı diğer medya
kuruluşlarına da yayıldı. Bazı kuruluşlar, uydurma haberleri
doğrulayarak sunmakta da başarısız oldular. Şahsım ve ailem haksız
ve yasadışı şekilde hedef haline getirildi. Bir kere daha kurban,
gerçeğin bizzat kendisi idi.
Ortak düşmanımız yalan ve uydurma haberlerdir. Karmaşık propaganda kampanyaları temel haklara ve demokratik özgürlüklere karşı yürütülen bu yasadışı savaşları kazanıyor. Büyük ölçüde ayrışmış ya da kutuplaşmış toplumlar, "karşı taraf" yalan haberlerle hedef haline getirildiğinde buna maalesef alkış tutuyorlar. Ancak, bu şeytani zihniyet ortaya çıktığında kazanan olmuyor.
İfade özgürlüğü, sorumlu gazetecilik ve toplumun bilme hakkı kesişme noktası günümüzde oldukça zor bir dönemden geçmektedir. Gerçekler daima savunulmalı ve kanunlarla korunmalıdır. Medya ve gazetecilik her zaman toplumun tabi olduğu yasa ve kurallara riayet etmelidir. Daha fazla hesap verebilirlik ve medya ile ilgili daha etkili denge ve fren sistemlerinin oluşturulması yönünde bir çağrıda bulunmak isterim. Çoğu zaman, bu sadece medya sektöründeki bireylerin vicdanlarıyla da şekillendirilebilir.
Benim bu çağrım, özgür basın ve ifade özgürlüğüne karşı bir saldırı olarak değil, tam aksine bir kamu görevlisi, endişeli bir baba ve en çok da bir dünya vatandaşının sorumluluk çağrısı olarak değerlendirilmelidir.