Yargıtay Başkanı Cirit:
Yargıtay Birinci Başkanı İsmail Rüştü Cirit, AB’nin Türkiye hakkında raporuna ilişkin, "Söz konusu rapor değersiz bir kağıt parçasına dönüştürmüştür. Türk yargısına yönelik olumsuz algı oluşturma çabaları, sistematik şekilde sürdürülmektedir. AB’nin bu tutumu, hukuk derslerinde okutulacak türden tam bir skandaldır" dedi.
Abone olYargıtay Birinci Başkanı İsmail Rüştü Cirit, AB’nin Türkiye
hakkında raporuna ilişkin, "Söz konusu rapor değersiz bir kağıt
parçasına dönüştürmüştür. Türk yargısına yönelik olumsuz algı
oluşturma çabaları, sistematik şekilde sürdürülmektedir. AB’nin bu
tutumu, hukuk derslerinde okutulacak türden tam bir skandaldır"
dedi.
Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezinde Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Türkiye Barolar
Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve Yüksek Yargı Hakimlerinin
katılımıyla gerçekleşen 2019- 2020 Adli Yıl açılış töreninde
konuşan Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Avrupa Komisyonu’nun
Türk Yargısına ilişkin düzenlediği rapora tepki gösterdi.
Özellikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıda şeffaflık,
savunma hakkının etkin kullanılması, adalete erişimin
güçlendirilmesi konularının yargıda verimliğinin artırılmasında her
zaman ve her yerde önemini koruyan temek başlıklar olduğunu
vurgulayan Cirit, "Yargı reformu stratejisindeki gerçekleştirilmesi
taahhüt edilen reformların başta İstanbul bildirgesinde
öngörülenler olmak üzere uluslararası standartlara uygun şekilde ve
kısa süre içinde uygulamaya geçmesini bekliyoruz. Yargı
bağımsızlığı ve iyi işleyen bir adalet sistemi, bütçe ve kanunun
çıkarma konuları dahil olmak üzere bir çok unsurun bir arada olması
ile sağlanabilir. Ancak bu unsurların tam olarak gerçekleştirilmesi
bazı hallerde yasama ve yürütme organlarının konu ile ilgili
tutumlarına bağlıdır. Özellikle yargıya ilişkin konuların ön
yargısız ortamlarda şeffaf şekilde ve demokratik bir katılımla
tartışılması sorun çözme kapasitemizin gelişmesi bakımından son
derece önemlidir. Çatışma ve kavga kurumsal ve toplumsal diyaloğun
önüne geçerse çözümü kolay bir çok teknik sorun üst politik
tartışmalara sıkışarak çözümsüz kalır. Bu sebeple adli yıl
açılışlarının halkın huzurunda tüm tarafların katılımı ile şeffaf
ve demokratik şekilde yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum"
diye konuştu.
Yargı bağımsızlığı ve AB raporuna ilişkin konuşan Cirit, "Türk
Milleti adına kullanılan asli, hukuki ve mutlak egemenliğin devlet
içinde veya dışında herhangi bir kudrete ya da otoriteye
bırakılması egemenliğin sonu olur. Türk yargısı bu gerçeğin
bilincindedir. Gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında üst düzey
siyasi kişiliklerin devam eden soruşturma ve davalara ilişkin
beyanları haklı gerekçeleri olsa bile; belli bir yönde karar
vermeleri için mahkemelere çağrıda bulunmaları veya açıklama
yapmaları adil yargılama hakkını güvence altına alan Avrupa insan
hakları sözleşmesinin altıncı maddesindeki bağımsız ve tarafsız
mahkeme fikriyle bağdaşmamaktadır. Avrupa Birliği komisyonunun 29
Mayıs 2019 tarihli Türkiye raporunda ’2016 darbe girişimin ardından
hakim ve savcıların yüzde 30’unun ihraç edilmesi ve görevden
uzaklaştırılması neticesinde Türk yargısının bağımsızlığına ilişkin
endişeler devam etmektedir’ ifadesine yer verilmiştir. Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ - PDY terör örgütündeki
faaliyetleri sebebiyle eski yüksek yargı üyelerine yönelik
soruşturmalar kapsamında 178 kişi hakkında fezleke düzenlenmiş,
bunlardan 175 kişi hakkında dava açılmıştır. Bu davalardan 1 kişi
beraat etmiş 1 kişi hakkında hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar verilmiş, 106 kişi mahkum olmuş, 67 kişi
hakkında ise yargılamalar devam etmektedir. İlk derece
mahkemelerinde görev yapan hakim ve savcılardan 4 bin 561 kişi
hakkında soruşturma açılmış, bunlardan 3 bin 495 kişi hakkında dava
açılmıştır. Bu davalardan 534 kişi beraat etmiş, bin 344 kişi
mahkum olmuş, bin 617 kişi hakkında ise yargılamalar devam
etmektedir. Böylesine ağır ve önemli suçlardan mahkum olmaları
sonucu cezaevinde bulunan soruşturmaları devam eden eski yüksek
mahkeme üyeleri, ve derece hakim ve savcılarının ihraç edilmesi
yada görevden uzaklaştırılması zorunludur. Çağdaş hukuk
sistemlerinde bunun dışında bir seçenek olmayacağını bilmek için
hukukçu olmaya gerek yoktur" dedi.
"AB’nin bu tutumu, hukuk derslerinde okutulacak türden tam bir
skandaldır"
"Durum bu kadar açık iken yargı bağımsızlığı kavramını terör
örgütüne bağlılık olarak anlayan ilerleme raporunda bu ifadeler söz
konusu raporu değersiz bir kağıt parçasına dönüştürmüştür" diyen
Cirit, "Siyasi bir organ olan AB, hangi hukuk anlayışıyla ve nasıl
bir meşru gerekçeyle kendisini Türk Anayasa Mahkemesi ve Avrupa
İnsan hakları mahkemesinin yerine koymaktadır. Bu konuda Strazburg
organlarının standartları ve özellikle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin içtihatları son derece açık, net ve tutarlıdır. Avrupa
Birliği’nin yargıya yapmış olduğu bu siyasi müdahale girişimi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görev yapan hakimlerin
bağımsızlığını ve tarafsızlığını da gölgelemiş, ileride verilmesi
muhtemel kararları şimdiden tartışmalı hale getirmiş ve yargı
bağımsızlığına ağır bir darbe vurmuştur. AB’nin bu tutumu, hukuk
derslerinde okutulacak türden tam bir skandaldır. Avrupa Birliği
Raporunda etik ve şeffaflık üzerine durulurken yargıtayın bu alanda
gerçekleştirdiği ve dünyadaki adalet politikalarını dahi
etkileyecek nitelikteki çalışmaları görmezlikten gelinmiştir.
Yargıtayın ev sahipliğinde gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda ve
yine yargıtayın girişimiyle birleşmiş Milletlere üye tüm devletler
tarafından kabul edilen yargıda şeffaflığa ilişkin ilk ve tek,
kapsamlı metin olan İstanbul bildirgesinin dikkate alınmaması söz
konusu raporun at gözlüğü ile hazırlandığının en somut örneğidir"
ifadelerini kullandı.
Bölge Adliye Mahkemelerinin Faaliyete geçmesine ilişkin konuşan
Cirit, "2015 yıl sonu itibariyle Yargıtaya gelen toplam dosya
sayısı 1 milyon 4 bin 281 iken bu sayı ilk derece mahkemelerinde
artan dava yüküne rağmen 2018 yılı sonu itibari ile toplam 276 bin
379’a düşmüştür. Bazı hukuk daireleri şuan postaya çalışır hale
gelmiştir. Postaya çalışan daire başkanları ve üyeleri tetkik
hakimlerine teşekkür ediyorum. Ceza dairelerinde ve Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığında ise arşivlerde bekleyen dosyaların
tamamen bitilmesi için iki yıla daha ihtiyaç bulunmaktadır"
dedi.
AB’nin Türk Yargısına karşı tutumunu eleştiren İsmail Rüştü
Cirit, "Her yıl yargı etiğini eleştiri konusu yapan Avrupa
Birliği’nin yargı etiğine ilişkin bu gelişmelere yer vermeyen
raporu tutarsızlık ve ön yargı başta olmak üzere, en temek etik
ilkelere aykırılıklarla sakat hale gelmiştir. Sonuç olarak
uluslararası alanda Türk Yargısına yönelik karalama kampanyasının
bir parçası olan rapordaki ifadeler, AB’nin Türk yargısı ve kamuoyu
önünde itibar kaybetmesine yol açmıştır. Öte yandan küresel olarak
çeşitli güç odakları tarafından Türk yargısına yönelik olumsuz algı
oluşturma çabaları, sistematik şekilde sürdürülmektedir. Dünya
Ekonomik Forumu’nun 2018 yılı küresel rekabetçilik raporunda
Türkiye’deki yargı bağımsızlığı 111’inci sırada gösterilmiş, bu
konu yazılı ve görsel basında yer almıştı. Söz konusu raporda idam
cezalarının günlük yaşamın bir parçası haline geldiği, Mısır
29’uncu sırada Cemal Kaşıkçı cinayetini dünyanın gözü önünde ört
bas etmeye çalışan Suudi Arabistan ise 24’üncü sırada yer almıştır.
Sadece bu iki örnek dahi raporu hazırlayanların hukuk anlayışlarını
ve Türk Yargısı hakkında uluslararası alanda nasıl kinli ve çirkin
bir propaganda yürütüldüğünü göstermeye yeterlidir" dedi.
Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonraki dönem
esas alındığında hukuk davalarının istinaf aşamasında kesinleşme
oranı yüzde 75 iken ceza davalarında bu oranın yüzde 85 olduğunu
sözlerine ekleyen Cirit, "Davaların büyük oranda bölge
adliyelerinde kesinleşiyor olması bazı hak mağduriyetleri sonucunu
doğurmuştur. Bunun düzeltilmesi için bölge adliyesi mahkemesi
kararlarına karşı kanun yararına bozma yolu açılmalı ve buna
ilişkin kanuni düzenleme yapılmalıdır. Diğer bir önemli sorun,
değişik bölge adliye mahkemelerinin kararlarındaki farklılıklarının
mağduriyetler oluşturması ve bu durumun hak ihlallerine yol
açmasıdır. Bölge adliye mahkemelerinin arşivlerindeki dosyalar
büyük bir hızla artmaktadır. 2017 yılı sonunda bölge adliye
mahkemelerinde devreden dosya sayısı 183 bin 40 iken; 2018 yılı
sonunda bu sayı 2 buçuk kat artarak 453 bin 567’ye yükselmiştir"
şeklinde konuştu.
Alternatif çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi için 4 yıldan beri
üzerinde durulduğunu aktaran Cirit, “Konuyla ilgili olarak ümit
verici gelişmeler olduğunu, ceza uyuşmazlıklarında uzlaştırma ve
etkin soruşturma bakımından bazı ilerlemeler kaydedildiğini,
Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanan Yargı Reformu Stratejisinde
de alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin geliştirilmesinin
öngörülmesinin memnuniyet verici olduğunu söyleyebilirim. 2018
yılında 208 bin 14 sonuçlanırken, 2019 yılının ilk altı aylık
döneminde 126 bin 175 dosyada uzlaşma sağlanmıştır. Yine 2018
yılında 36 bin 829 doya ön ödeme ile sonuçlanmış, 59 bin 320
dosyada ise kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı
verilmiştir. Bütün bu ilerlemelere rağmen halen ceza ihtilaflarının
yüzde 5’i gibi küçük bir oran mahkemelere intikal edilmeden önce
çözülebilmektedir. Bu konuda daha radikal çözümler geliştirilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Yargıtay olarak çözümlerimizi, köklü
reform önerilerimizi ve yaptığımız sempozyumların çıktılarını
Adalet Bakanlığına iletmiştik” ifadelerini kullandı.
Son yıllarda ara buluculuk ile ilgili ümit verici gelişmelerin
olduğunu söyleyen Yargıtay Başkanı Cirit, şunları kaydetti:
“İş uyuşmazlıklarında dava şartı ara buluculuğun uygulanmaya
başladığı 2018 yılının Ocak ayından 2019 yılının Temmuz ayına kadar
356 bin 408 uyuşmazlık çözülmüştür. İhtiyari ara buluculuğun
uygulanmaya başladığı 2013 yılından bu yana 144 bin 793
uyuşmazlığın çözülmüş olması, dava şartı ara buluculuğun başarısını
ortaya koymaktadır. 2019 yılının Ocak ayından itibaren yürürlüğe
giren ticari uyuşmazlıklarda da dava şartı ara buluculuk yoluyla
anlaşma sağlanan uyuşmazlık sayısı ise bu yılın Temmuz ayı
itibarıyla 22 bin 405’tir.”
"Yargı, sık sık yapılan kanun değişikliklerinden kaynaklanan iş
yükünü kaldırmakta her geçen gün daha da zorlanmaktadır"
Kolayca kanun yapma alışkanlığından vazgeçilmesi gerektiğini
vurgulayan Cirit, “Sık sık yapılan kanun değişikliklerinin adli
hizmetlerinin kalitesinin düşmesine sebep olduğu ve bu durumun iş
yükünü artırdığı, uzun süreden beri yargı mensuplarının ortak
şikayet konusu olmuştur. Örneğin Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe
girmesinden sonra çoğu ilk iki yılda 20 kanun değişikliği ile
toplam 145 maddede değişiklik yapıldığına bunun da hukuki
belirsizliklere ve iş yükünün artmasına sebep olduğunu ifade
etmiştim. Buna rağmen, 2015 yılının adli yıl açılışından bu yana
Türk Ceza Kanunu’nun 28 maddesi daha değişmiştir. Kolayca kanun
yapma alışkanlığından vazgeçmemiz gerekir. Yargı, sık sık yapılan
kanun değişikliklerinden kaynaklanan iş yükünü kaldırmakta her
geçen gün daha da zorlanmaktadır” diye konuştu.
Yargıtay’ın en önemli görevinin ve topluma karşı en büyük
sorumluluğunun, hukuki güvenliği kanun önünde eşitliği ve hukuki
öngörülebilirliği sağlamak amacıyla içtihat birliğini
gerçekleştirmek olduğunu belirten Cirit, “Hepimizin bildiği üzere,
ülkede hukukun eşit şekilde uygulanmasını sağlamanın en etkili
araçlarından bir tanesi de İçtihadı Birleştirme Kararlarıdır. Son
beş yıl içerisinde mesai arkadaşlarımın yoğun gayretleri ile 22
İçtihadı Birleştirme Kararı verilmiş olup, geçmiş yıllarla
karşılaştırıldığında bu dönem Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kurallarının en çok çalıştığı dönemlerden biridir” dedi.
Yargıtay Etik İlkeleri Hukuk Kliniği çalışmaları ile binden
fazla öğrencinin yargı etiği ilkeleri konusunda eğitim aldığını
bildiren Cirit, 800 öğrenciye katılım belgesi verildiğini, 239
hukuk fakültesi öğrencisinin 13 hafta süren teorik ve pratik
eğitimler sonucunda Yargıtay Etik İlkeleri Hukuki Kliniği
Kolaylaştırıcısı olduğunu aktardı.
Yargıda Şeffaflığa İlişkin İstanbul Bildirgesinin, Uluslararası
alanda Bangalor Yargı Etiği İlkeleri kadar önemli olduğunun altını
çizen Cirit, “Yargıtay’ın ev sahipliğinde ve Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP) iş birliğinde, Kasım 2013’te İstanbul’da
ilk konferans yapılan İstanbul Bildirgesi, Haziran 2016’da Balkan
Bölgesinin yüksek mahkeme başkanları tarafından yeniden ele alındı
ve hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edildi. Ekim 2017’de ise
Ankara’da Yargıtay daire başkanları ve uluslararası uzmanların
katılımıyla bir çalışma toplantısı yaparak ‘İstanbul Bildirgesinin
Etkili Biçimde Uygulanması İçin Tedbirler Taslağını’
geliştirmiştik” ifadelerini kullandı.
Ekim 2018’de beş kıt’adan ve 30 ülkeden katılımla İstanbul’da
bir zirve gerçekleştirdiklerini anımsatan Cirit, “Dünyanın farklı
hukuk sistemlerini temsil eden yüksek mahkeme başkanları ile
İstanbul’da yaptığımız ‘4. Yüksek Mahkemeler Zirvesinde İstanbul
Bildirgesi bir kez daha teyit edildi ve uygulama tedbirleri taslağı
da kabul edildi” ifadelerini aktardı.
İstanbul’da gerçekleştirilen zirvenin başarılı geçmesinden
dolayı Birleşmiş Milletler Suçu Önleme ve Ceza Adaleti Komisyonuna
(SÖCAK) İstanbul Bildirgesi hakkında karar tasarısı sunulduğunu
bildiren Cirit, “20-24 Mayıs 2019 tarihinde gerçekleştirilen 28.
Oturumda, ‘Yargıda Şeffaflığa İlişkin İstanbul Bildirgesi’ ile
‘İstanbul Bildirgesinin Etkili Biçimde Uygulanması İçin Tedbirler’
kabul edilmiştir. Hükümetler arası toplantılarda ele alınmadan,
tamamen yüksek hakimler ve uluslararası uzmanlar tarafından
geliştirilen bir insan haklar metni, ilk kez Birleşmiş Milletlere
üye 192 devlet tarafından oy birliği ile kabul edilmiştir” diye
konuştu.
"Ülkemizde çocukların korunmasına, engellerin yaşamlarının
normalleştirilmesine karşı şiddetin önlenmesine yönelik güçlü
devlet politikalarının geliştirilmesi ciddi bir ihtiyaçtır"
Kadına karşı şiddete ve çocuk istismarı hakkında yapılması
gereken düzenlemelere değinen Cirit, şöyle konuştu:
“Ülkemizde çocukların korunmasına, engellerin yaşamlarının
normalleştirilmesine karşı şiddetin önlenmesine yönelik, güçlü
devlet politikalarının geliştirilmesi ciddi bir ihtiyaçtır. Eğitim
ve sosyal politikalar başta olmak üzere, toplumsal yaşamın her
alanında bu dezavantajlı gruplara yönelik bir hassasiyet
geliştirilmelidir. Her çocuğun ’zarar görmeme hakkı’ olup,
çocukların hayatta kalmak, gelişmek ve büyümek için ihtiyaçları
olan hakları gözetilmelidir. Özellikle çocuklara ilişkin kurumların
sorumluluğu, ister kurum içerisinden ister kurum dışından zarar
gelsin, temasta oldukları çocukları korumaktır. Dünyada olduğu
gibi, ülkemizde de cinsiyet ayrımcılığı ve kadına karşı şiddet
önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlara yönelik
ayrımcılığa neden olan etkenlerin kaldırılması ve kadınlar ile
erkekler arasındaki tarihsel eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin
dengelenmesi için başta kamu organları olmak üzere toplumun her
kesimine önemli görevler düşmektedir. Kadına karşı şiddet ve
cinsiyet ayrımcılığının, aile içi ve sosyal yansımaları dikkate
alındığında, insan hakları ihlalinin ötesinde toplumsal ruh
sağlığını tehdit eden bir yönü de bulunmaktadır. Televizyonlarda,
gazetelerde ve internet sitelerinde bu yönde çıkan haberlerin
neredeyse rutin hale gelmesi sorunun ciddiyetini göstermeye
yeterlidir. Hukukçular olarak, suça sürüklenen ve istismara uğrayan
çocuklar ile şiddete maruz kalan kadınların hem adalete erişimini
kolaylaştırmamız hem de bu konularda adaletin etkinliğine daha çok
odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.”