Türkiye'nin bitmeyen 'kene' kâbusu
Türkiye gündemine ilk olarak 2002 yılındaki ölümler ile giren ve genellikle kene ısırması sonucu bulaştığı bilinen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı, yeni ölümlerle bir kez daha gündeme geldi.
Abone olBirkaç merkezde sürdürülen aşı çalışmalarında başarı
kaydedilmesine karşın, henüz kullanım aşamasına gelinmedi.
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana
Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Bakır, hastalıkta halen destek
tedavisinin uygulanmaya devam ettiğini, ölüm oranın yüzde 5
civarında olduğunu söyledi.
Türkiye'de ilk kez 2002 yılında ölümlere neden olan KKKA hastalığı,
2003 yılı Mayıs ayında kayıtlara geçti. Tokat'ta o dönemki SSK
hastanesinde hemşire olarak çalışan Esra Demir (27), aniden
rahatsızlanarak önce Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, ardından Ankara
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı ve 1 hafta sonra
hayatını kaybetti. Esra hemşirenin ölümünden sonra, kısa
aralıklarla Tokat'ta 6 kişi daha hayatını kaybedince, olay medyaya
'Tokat'ta nedeni bilinmeyen ölümler' olarak yansıdı. Bunun üzerine
Sağlık Bakanlığı harekete geçti. Bakanlık hastalığı ilk olarak 'Q
ateşi' olarak açıkladı. Ancak hastalığın 'Q ateşi' olmadığı yeni
vakalardaki verilerden anlaşılınca, Bakanlık bu kez kan örneklerini
Fransa'daki Pasteur Enstitüsü Laboratuvarı'na gönderdi. Burada
hastalığın 'Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi' olduğu belirlendi. Bakanlık
hastalığın adını, hemşire Esra Demir'in ölümünden yaklaşık 19 ay
sonra 30 Aralık 2003 tarihinde 20409 sayılı tebliğ ile valiliklere
duyurdu.
Hastalığın belirlenmesiyle birlikte kırsalda kene ısırması riski
taşıyanlara yönelik bilgilendirme çalışmalarına ağırlık verildi.
Ayrıca risk altında bulunan yerlerde hayvan ve ahır ilaçlama
çalışmaları hızlandırıldı. Sağlık Bakanlığı hastalığın yayılmasını
önlemek amacıyla hizmetiçi eğitim seminerleriyle personelini
bilgilendirirken, risk bölgesindeki vatandaşlar için broşürler
hazırlandı. Broşürlerde, "Hayvan barınaklarına girdikten veya
hayvanlarla temas ettikten sonra insanlar vücutlarını kene yönünden
muayene etmeli, kene varsa uzaklaştırılmalıdır. Çalı çırpı veya gür
otların bulunduğu alanlara piknik veya başka bir amaçlı gitme
durumunda pantolon paçaları çorap içine alınmalı mümkünse çizme
giyilmelidir" uyarıları yer aldı.
Hastalık ağırlıklı olarak Tokat'ta görülmekle birlikte Amasya,
Artvin, Bayburt, Bartın, Bolu, Çankırı, Çorum, Erzincan, Erzurum,
Giresun, Gümüşhane, Karabük, Kastamonu, Ordu, Rize, Sivas, Samsun,
Sinop, Trabzon, Tokat, Yozgat ve Zonguldak illerinde yaşayanların
da risk altında bulunduğu belirlendi. İlerleyen yıllarda Tokat,
Sivas ve Yozgat ağırlıklı olmak üzere her yıl yaz aylarında
hastalığa bağlı onlarca ölüm gerçekleşti. Hastalık dünyada ise
sıklıkla Afrika, Asya, Orta Doğu ve Doğu Avrupa'da görülüyor. Son
yıllarda Kosova, Arnavutluk, İran, Pakistan ve Güney Afrika'da
da benzer vakalar tespit edildi.
EN ÇOK 'HYALOMMA' SOYU KENELERDE VAR
KKKA'nın bulaşmasında Hyalomma soyuna ait keneler daha büyük bir
yere sahip olmakla birlikte, 30 kene türünün bu hastalığı
bulaştırabileceği biliniyor. Virüs kenelerde de bulaşıcı olarak
yayılıyor. Henüz ergin olmamış Hyalomma soyuna ait keneler, küçük
omurgalılardan kan emerken virüsleri alarak, gelişme evrelerinde
muhafaza ediyor. Keneler, insan veya hayvanlardan kan emerken
virüsleri de bulaştırıyor. Küçük omurgalılar ve özellikle yerde
beslenen kuşlar, keneleri enfekte eden en önemli konak grubunu
oluşturuyor. Hyalomma soyuna ait keneler Türkiye'nin de içinde
bulunduğu çok geniş bir coğrafik alanda bulunuyor. Türkiye
kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya
sahip bulunuyor. Türlere göre değişmekle beraber keneler, küçük
kemirgen, yaban hayvanları, evcil memeli hayvanlara ve kuşlar
üzerinde barınıyor. Hastalık daha çok hayvancılıkla uğraşanlarda,
mezbaha çalışanlarında ve kırsal alanda yaşayanlarda görülebiliyor.
Virüslü hayvanların kan ve dokuları ile temas sonucu da geçiş
olabiliyor. KKKA hastalığına yakalanıp erken tedavi ile hastalığı
geçirenlerde ise hastalığa karşı bağışıklık ömür boyu
sürebiliyor.
ÖLÜM ORANI YÜZDE 5
Türkiye'de KKKA hastalığı nedeni ile 16 yıldan bugüne kadar 490
kişinin yaşamını yitirdiği kaydedildi. KKKA hastalığı, yeni
ölümlerle bir kez daha gündeme geldi. Bu yıl hastalık şüphesi ile
ilk ölümler Sivas'ta yaşandı. Mayıs ayı içerisinde Sivas'ta Mustafa
Ruşen Karakaş (6), Ahmet Yamaç (61), Cemal Kaya (59), Kayseri'de
ise Nurettin Alakuş (36) yaşamını yitirdi. Bölgedeki hastanelerde
bazı KKKA hastalarının tedavileri de sürüyor. Hastalığın Türkiye
genelinde bugüne kadarki verilere göre ölüm oranı yüzde 5 olarak
biliniyor. Tedavi açısından geç kalınmış hastaların yaşamını
yitirdiği belirlendi.
HASTALIĞIN BELİRTİLERİ
Genellikle kene ısırmasıyla buluşan KKKA hastalığı; ateş, kırıklık,
baş ağrısı, halsizlik, aşırı duyarlılık, kollarda, bacaklarda ve
sırtta şiddetli ağrı ve belirgin bir iştahsızlıkla başlıyor. Bazen
kusma, karın ağrısı veya ishal görülüyor. İlk günlerde yüz ve
göğüste kızarıklıklar, vajinal kanamalar görülüyor. Hastalarda
hepatit gözleniyor. Ağır olgularda hastalığın 5'inci gününden
itibaren vücutta kanamalar yaşanıyor. Ölüm olayları daha çok
hastalığın ikinci haftalarında yaşanırken, iyileşme ise hastalığın
dokuzuncu veya onuncu günlerinde sağlanıyor.
NİSAN-EKİM AYLARINDA RASTLANIYOR
Coğrafik bölgelere ve türlere göre değişmekle beraber, KKKA'yı
bulaştıran Hyalomma soyuna ait keneler genel olarak havaların sıcak
seyrettiği nisan ve ekim aylarında aktif hale geliyor. Uzmanlar bu
dönemlerde mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan
kaçınılmasını öneriyor. Önleyici tedbir olarak ise hayvan
barınakları veya kenelerin yaşayabileceği alanlarda bulunulması
durumunda, vücudun belirli aralıklarla kene yönünden muayene
edilmesi, vücuda yapışmamış olanlar dikkatlice toplanıp
öldürülmesi, yapışan kenelerin ise kesinlikle ezilmeden ve kenenin
ağız kısmı koparılmadan, bir pensle sağa sola oynatarak, çivi
çıkarır gibi alınması tavsiye ediliyor. Piknik amaçlı su kenarları
ve otlak yerlerde bulunanların evlerine döndüklerinde, mutlaka
üzerlerinde kene kontrolü yapmaları tavsiye ediliyor. Çalı
çırpı ve gür ot bulunan yerlerden uzak durulması, bu gibi yerlere
çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemesi isteniyor.
Ormanlarda, arazilerde çalışan işçilerin ve ava çıkanların lastik
çizme giymeleri veya pantolonlarının paçalarını çorap içine
almaları da bir önlem olarak değerlendiriliyor. Hayvancılık
ile uğraşanların da barınaklarda ilaçlama yapmaları, binalardaki
çatlak ve yarıkların tamir edilerek badana yapılması öneriliyor.
Ayrıca kişisel olarak da vücuda zararı bulunmayan, kenelere karşı
da etkili olan sprey, losyon, krem türü bakım ürünlerinin
kullanılması tavsiye ediliyor.
AŞI BULUNDU AMA HENÜZ KULLANIMDA DEĞİL
Sağlık Bakanlığı'nın desteğiyle Kayseri Erciyes Üniversitesi'nde
(ERÜ) yürütülen çalışmalar kapsamında geliştirilen Kırım Kongo
Kanamalı Ateşi hastalığı aşısının insanlara yönelik denemelerinde
başarı sağlandı. ERÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut
Özdarendeli'nin liderliğinde 2010'dan beri yürütülen TÜBİTAK
projesi kapsamında, KKKA hastalığına çare bulunması için aşı
çalışmaları sürüyor. Bu kapsamda Türk bilim insanları tarafından
geliştirilen aşının, deney hayvanları üzerindeki denemelerin
tamamlanmasından sonra insanlar üzerinde yapılan çalışmalarda da
başarıya ulaşıldı. Aşının Faz-1 aşaması geçen yıl Nisan ayında
tamamlanırken, 52 gönüllünün katıldığı bir çalışma yapıldı. Bu
çalışmalarda aşının insanlar üzerinde hiçbir yan etkisinin
olmadığının ispatlandı. Faz-2 ve Faz-3 aşamalarında ise en az 3-5
bin kişi üzerinde deneme gerçekleştirilecek. Prof. Dr. Aykut
Özdarendeli, "Aşının genel olarak kullanılması için daha büyük
ölçekte laboratuvar ve birtakım ekipmanlara ihtiyaç var"
ifadelerini kullandı. Projenin tamamlanıp bir şekilde endüstriyel
boyutta üretilmesi için Faz-2 ve Faz-3 çalışmalarının bitirilmesi
gerektiği öğrenilirken, bunun da bir kaç yıl daha sürebileceği
öngörülüyor. Aşı çalışmaları için daha büyük ölçekli bir merkez
oluşturulması gerekiyor. Erciyes Üniversitesi'nin yanı
sıra,hastaların yoğun gönderildiği ve tedavi merkezi konumundaki
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde de Prof. Dr. Nazif Elaldı
önderliğinde aşıyla ilgili başlatılan çalışma bulunuyor. İlerleme
kaydedilen çalışmaların bu yıl Kasım ayı içerisinde kamuoyuna
duyurulması planlanıyor.
'VİRÜSÜ ALIP HASTA OLMAYAN DA VAR'
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları
Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Bakır, şu ana kadar tedavi
sürecinde yeni bir gelişme olmadığını belirterek, şunları
söyledi:
"Mevcut, bugüne kadar uyguladığımız destek tedavisi uygulanıyor.
Tabii sadece Sivas değil, birçok merkez bu hastalıkla ilgileniyor
ve tedavisini yapıyor. Bugün Türkiye'de birçok ilimizde vaka
görülüyor. Buralarda da hasta yatırılarak takip ve tedavi ediliyor.
Klasik, bizim bugüne kadar uyguladığımız tedavi yöntemleri
uygulanıyor. Gerektiğinde yoğun bakım destek tedavisi yapılıyor ve
hastalar yaşatılmaya çalışılıyor. Ama sanki her kene ısıran bu
hastalığı geçirecek, her geçiren de ölecek diye bir imaj olmamalı.
Bu doğru değil. Çünkü kene ısırığı çok yüksek oranda. Bunların
birçoğu da hekime başvurmuyor. Bir defa kenenin virüsü taşıyor
olması lazım. Her kenede virüs yoktur. Her kene ısırığı eşittir
Kırım Kongo virüsünü alacak anlamına gelmiyor. Kene virüsü taşıyor
olsa bile, her kene ısırığından sonra kişi hastalanacak diye bir
şey yoktur. Virüsü aldıktan sonra hastalanmayabilir. Virüsü
alanların birçoğu zaten hastalık belirtisi olmadan geçiriyor.
Geçirenlerin bir kısmı ancak bize geliyor. Bunların küçük bir kısmı
da maalesef kaybediliyor. Yani 100 vakada bizim ülkemizde 5
civarında ölüm yaşanıyor. Bu virüsü alanların hemen hepsi
hastalanmıyor. Çok küçük bir kısmı hastalanıyor. Bu hastalanan
grubun içinde ölüm oranı da yüzde 5 civarındadır."
Hastalardaki ölüm nedenlerinin tek bir faktör ile
açıklanamayacağını ifade eden Prof. Dr. Bakır, "Bu virüsün kendi
özelliğinden tutunda, kişinin o anki savunma durumuna kadar değişen
faktör rol oynayabilir. Tabii ki geç kalma da rol oynuyor olabilir.
Ama hepsinde geç kalma demek doğru değil. Kişinin bağışıklık
sistemi, virüsün yapısı ve birçok faktör rol oynuyor" dedi.
Aşı geliştirme çalışmalarının yapıldığını, ancak bunun uzun bir
süreç olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Bakır, "Aşıların süreci
uzundur. Aşı geliştirmek sırf söylemle olmuyor. Aşıyı önce
hayvanlarda deneyip, arkasından insanlarda denemek lazım. Daha
sonra çeşitli çalışmalardan geçmesi lazım. Bu çalışmalardan sonra
patent alıp bu patente göre de bunun üretiminin yapılması lazım. Şu
anda bu aşı bizde yok ama çalışmalar 'var' diyebiliriz. Sadece bu
değil, bütün enfeksiyon hastalıkları ile ilgili aşı ve tedavi
alanında tüm dünyada birtakım çalışmalar var. Sadece bunda değil,
birçok mikroorganizma ile ilgili sorun
yaşıyoruz" diye konuştu.
Tedavi olup sağlığına kavuşan hastaların bağışıklık kazandığını
anlatan Prof. Dr. Mehmet Bakır, "Hastalar yeniden hastalanmıyor,
bağışıklık kazanıyorlar. Onlara yeniden gelmiyor. Bağışıklık
kazanan hastalardan hazırlanan serumlar tedavide kullanılabilir,
kullanılıyor da zaten. Bununla ilgili de çalışmalar var. Ama
kitlesel tedaviler için kullanılan kanıtlanmış bir şey yok
elimizde. Ama tabii ki böyle çalışmalar var" dedi.