Anasayfa /  Politika /  Chp

Şafak Pavey milletvekilliğinden neden istifa etti?

CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey milletvekilliğinden istifa etti. Şafak Pavey yaptığı basın açıklamasında istifasına gerekçe olarak sağlık sorunlarını gösterdi.

Abone ol
Abone ol 15 Eylül 2017 23:29

CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey milletvekilliğinden istifa etti. Şafak Pavey yaptığı basın açıklamasında istifasına gerekçe olarak sağlık sorunlarını gösterdi.

Şafak Pavey’in milletvekilliğinden istifası haberi gündeme bomba gibi düştü. Şafak Pavey kimdir, milletvekilliğinden neden istifa etti merak ediliyor. CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’in kararını yazılı açıklama ile kamuoyuna duyurdu.

Şafak Pavey kimdir? Milletvekilliğinden neden istifa etti?

Sol kolu ve sol bacağı protez olan CHP Milletvekili Şafak Pavey, sağllık sorunlarını gerekçe göstererek milletvekilliğinden istifa etti.

Açıklamasında seçmenlere ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na teşekkür eden Şafak Pavey, “Altı yıldır yürekten inanarak sürdürdüğüm mücadeleye bundan sonra da milletvekili olmadan devam etmeye kararlıyım” ifadelerini kullandı.

Şafak Pavey yaptığı basın açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Siyasete başladığım 2011 yılından bu yanba seçmenimize olan sorumluluklarımı yreine getirmek için var gücümle çalıştım. Yüksek tempoda, aralıksız geçen yıllar içinde, ortaya çıkan sağlık sorunlarını çoğu zaman göz ardı ettim.

Gelinen noktada sağlık sorunlarımı daha fazla ertelemem mümkün olmadığı için milletvekilliğinden istifa kararı aldım.

Öncelikle seçmenimize, bana siyasete girerek hizmet etme fırsatı tanıyan Genel Başkanımıza, yol arkadaşlarıma ve partime teşekkür ederim. 

Altı yıldır yürekten inanarak sürdürdüğüm mücadeleye bundan sonra da milletvekili olmadan devam etmeye kararlıyım.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

ŞAFAK PAVEY KİMDİR?

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliğindeki yönetici görevinden ayrılarak CHP İstanbul Milletvekili olan Şafak, uluslararası kamuoyunda insan hakları, insani yardım ve küresel barış konusundaki çalışmalarıyla tanınıyor.

Toplumsal duyarlılığı, çocukluğunun geçtiği yazı ve sanat çevresinden beslenmekle birlikte, Zürih'te  sanat ve film eğitimi aldığı sırada geçirdiği tren kazası onun engelli dünyasıyla tanışmasına yol açtı. Uzun süren ve cesaret isteyen iyileşme sürecindeki sıra dışı duruşu Zürih Üniversite Hastanesi'nde tez konusu oldu ve bu çalışma kitap olarak yayınlandı. Bu kaza dünyaya bakışını yeniden şekillendirdi. Kendisi için verdiği mücadeleyi diğerleri için de vermeyi seçti. Engelliler, azınlıklar, çocuklar, şiddete uğramış kadınlar, mülteciler, iskence kurbanlari,  hakları fütursuzca çiğnenen bütün mağdurlar ilgi alanı oldu.

Diğer yandan eğitimine ara vermedi ve Londra Westminster Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü bitirdi ve hemen ardından London School of Economics'de yüksek lisansını tamamladı. Akademik uzmanlığı olan Milliyetcilik ve azınlık hakları üstüne hazırladığı  “İslam Ülkelerinde Gayrimüslim Vatandaşların Mülkiyet Hakları” büyük beğeni topladı ve itibarlı uluslararası yayınlarda yer aldı.

BM'deki görevine başlamadan önceki süreçte, her platformda insan hakları konusunu gündeme getirdi. Kendi eğitim hayatının sponsoru olarak öğrenciliği boyunca uluslararası medya şirketleri için serbest gazetecilik, belgesel yapımcılığı ve tercümanlık yaptı. Türkiye'deki Agos gazetesinin ilk Türk köşe yazarı oldu.

Nobel Barış Ödülü sahibi Dr Şirin Ebadi ile hazırladığı, Norveç Dış İlişkiler Bakanlığı himayesinde “İran'daki Mülteci Hakları” üzerine hukuk kitabınında olduğu üç uluslararası yayının editörlüğünü üstlendi. Yine bu süreçte, insan hakları konusundaki belgesel çalışmalarında yer aldı. 2003 yılında BM Mülteciler yüksek Komiserliği bünyesinde göreve başladı. BM'nin, engelli olmanın saha çalışmasında engel olmayacağını ispatlayan zorlu görevlerini üstlendi.

2003 ve 2010 yılları arasında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği için Cezayir, Sahra, Mısır, Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak' ta insani yardım görevlisi olarak,  İran ve Afganistan da sözcü olarak,

Cenevre genel merkezinde global halkla ilişkiler ve stratejik iletişim projelerinin yöneticisi olarak,

Washington'da Ted Kennedy Nansen Mülteci Ödülü Komitesinin Koordinatorü olarak,

Macaristan'da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Orta Avrupa üst düzey sözcüsü olarak,

2010 ve 2011 yılları arasında Cenevre'de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği sekreteri olarak görev yaptı.

Ana dili Türkçe`nin yanı sıra İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca konuşmaktadır. Temel seviyede Arapça ve Farsça dillerine hakimdir. Akıcı olarak uluslararası işaret dili konuşabilmektedir.

Geçirdiği trafik kazası nedeniyle bir bacağını kaybeden ve protez kullanan Pavey, daha önce Meclis Genel Kurulu’na pantolonla katılmak istemiş ancak ‘İçtüzük’ gerekçe gösterilerek buna izin verilmemişti. Bu nedenle Pavey’in konuşması merak ediliyordu.

Şafak Pavey'in TBMM'deki türban konuşması İzle





Şafak Pavey’in konuşmasının tam metni şöyle: 



“Size bu konuşmayı; her şeyin yasak olduğu genel kurulda yapıyorum... Ortalama yaşın 50 olduğu bir mecliste su içmenin dahi yasak olduğu bir genel kurulda çalışıyoruz. Yaşlı haklarının, hasta haklarının bile düşünülmediği bir genel kuruldan söz ediyorum. 



Turist olarak bile gitmediğiniz coğrafyalarda, Afganistan’da, Yemen’de, İran’da, yıllarca türban kullanmaya mecbur edilmiş biri olarak yapıyorum. Mecliste pantolon giymesi, bir erkek vekil tarafından engellenmiş, bir kadın vekil olarak yapıyorum. Olmayan bacağı, erkekler tarafından siyaset sohbetine dönüştürülen biri olarak yapıyorum. Ve artık AKP’nin başı açık vitrin vekillerinin; emanet oyları, gerçek sahibelerine geri verme zamanının gelip çattığını düşünüyorum. AKP’yi iktidara taşımış asıl kadınlarının meclis koltuklarını almalarının hakları olduğuna inanıyorum. 



Elbette ülkemde sekülarizmin geleceği ile ilgili muazzam endişelerim var. Ama kaygım türbanla, kırmızı ruj arasına sıkıştırılmış semboller değildir. 



Demokrasi paketinde aynı ideolojiyi paylaşan erkek polis doğal karşılanırken; türbanlı kadın polise yasak gelmesine çok şaşırmıştım. Daha vahim bir cinsiyet ayrımcılığı olabilir mi? Ben polisin başındaki türbandan değil, bana vaat ettiği şiddet geleceğinden korkarım. 



Mecliste, cemevi açmak için Diyanet’ten fetva isteyen anlayıştan korkuyorum. Yani bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum. 



Kadın özgürlüklerinden asla korkmam. Söylemek isterim ki; Özgür bir hayat çok yavaş kurulur ama çok hızlı yıkılır. 



Tam da bu nedenle, çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum. 



Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken, birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatılırlar. 



Clinton, 2007 de ‘Kadın değişirse, gelecekte değişir’ demişti. Hatta Emine Erdoğan o kadar beğenmiş olmalı ki; geçenlerde konuşmasında kullandı. Sosyal özgürlük alanlarımız, geleceğimizden çalınarak, birer birer imha ediliyor. Beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımıza bakalım. Geleceğimiz gerçekten kadınlarımızın hali üstünden, berbat bir şekilde değişiyor. Biz kültür olarak hiç önemsemeyiz ama her özgürlük aynı zamanda büyük bir sorumluluktur... 



Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük; Mesela, ülkemin neden, kadın hakları konusunda dünyanın yüz yirmincisi olduğunu anlatmalarını bekliyorum. Neden, 57 İslam ülkesindeki toplam kadın hakları ortalamasının, tek başına Birleşmiş Milletlerde bile yer alamayan Tayvan seviyesine erişemediğini açıklamalarını bekliyorum. Bundan böyle; mini etek giydiği için işten atılan, sol kulağı küpeli olduğu için dövülen, dekoltesi bakanın hoşuna gitmediği için linç edilen, oruç tutmadığı için öldürülen, Hıristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerin güvenlikleri, herkesten çok bu kadın vekillere emanettir. Artık, türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek, onların sorumluluğudur. İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi, geleceğimizi dini rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülerizmdir. Ne demek istediğimi, 



seküler Norveç’te doğup, ülkemde vekil olanlar anlayacaktır. Umarım ortak geleceğimize inanıyorlarsa hukuk ve sekülerizmin neden elzem olduğunu taraftarlarına anlatırlar. Lütfen hatırlayın, Ortadoğu da bizim seküler toplumumuz tek taş pırlanta gibi ışıldıyordu… 



Oldukça merak etiğim bir ayrıntı var. İnanç gösteri için kullanılabilir mi? Büyük bir ruh temizliğinden doğan muhteşem bir tevazu ile yaşanması emredilmiyor mu? Buraya gelmeden önce, türbanlı vekillerimizin konuşmalarını taradım. Başkalarının özgürlüklerine dair tek bir kelime kullandıklarına rastlayamadım. Kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti, Ruhban Okulu, azınlık okulları, cemevleri, bir inanç biçimin mundar olarak ilan edilmesi gibi sorunlu inanç alanlarında göremedim. 



Mesela bilimin özgürlüğünü kelepçeleyen YÖK hakkındaki fikirlerini de bilmiyorum. 



Ama şu hakareti bütün haberlerde duydum: “Başımı açarak, bir daha kirlenmeyeceğim.” Bu durumda başı açık olanlar kirlenmişler midir? İnanç üstünden öbürünü kirli ilan edebilmek kimin haddi olabilir? 



Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş... Kibirden küfelik olmuşsanız, size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız? Bir taraf, bir arada yaşamanın yolunu ararken; öbürü sindirmek, dönüştürmek, özgürlüklerini birer birer yok etmek istiyorsa; bizi yok ettiğinizde; gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız? Biz Sivas’ta yakılan, Gezi de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız. Ama her nasılsa kronik mağdur sizsiniz… 



Azınlığın çoğunluğu ezmesi sürdürülemez. Ama çoğunluğun azınlığı ezmesi sürdürülebilirdir. 

Gerçekten bu ülkeyi korkunç bir akıbete sürüklemekten kaçınmaya niyetliyseniz; adaletle öç almak arasındaki farkı en kısa zamanda öğrenmelisiniz. 



Türkiye Cumhuriyetinin gelmiş geçmiş en otoriter hükümeti nasıl oldu da, birkaç dakikasını almayacak olan iç tüzük değişikliğini yapmadı. Acaba planladığı gösterinin kavgaya dönüşmesini hayal ederek kazanacağı politik kar mı cazip geldi? Bunu bilemiyorum ama bir kanun yapıcı olarak ben iç tüzük değişmeden asla pantolon giymeyeceğim. Bizden çatışma bekleyenler için altını çiziyorum: Biz çatışmıyoruz, var olmak için direniyoruz. 



Tarihe dönüp bakarsanız hepimizi neyin beklediğini göreceksiniz. Kendi yarattığınız radikal canavarın sizi de teslim almasını; sadece bizim var olma mücadelemiz önleyebilir. Bundan sonrasını arif olanlara bırakıyorum…”




Yorumlar