MHP Genel Sekreteri Büyükataman: “12 Eylül’ü unutursak kanımız kurusun”
MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, “12 Eylül’ü unutmak kendini inkar etmektir. Başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak üzere ebediyete irtihal etmiş dava adamlarının, gerek 12 Eylül öncesinde verdikleri destansı mücadelede şehadet şerbetini içen, gerekse 12 Eylül’ün idama reva gördüğü her biri ışığımız olan 9 yiğit ülküdaşımızın ruhları şad, mekânları cennet olsun” dedi.
Abone olMHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, “12 Eylül’ü unutmak
kendini inkar etmektir. Başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak
üzere ebediyete irtihal etmiş dava adamlarının, gerek 12 Eylül
öncesinde verdikleri destansı mücadelede şehadet şerbetini içen,
gerekse 12 Eylül’ün idama reva gördüğü her biri ışığımız olan 9
yiğit ülküdaşımızın ruhları şad, mekânları cennet olsun”
dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Sekreteri İsmet
Büyükataman, 12 Eylül darbesinin yıl dönümü nedeniyle bir açıklama
yaptı. Büyükataman, siyasetinin temeline "Demokrasi ile
milliyetçilik ikiz kardeştir” felsefesini koyan Milliyetçi Hareket
Partisi’nin 50 yıllık şerefli mazisinde demokrasi mücadelesi
verdiğini, demokrasinin sürdürülebilir ve güvenilir olması için
bedeller ödediğini ifade etti. MHP’nin Meclisin işlemez hale
geldiği dönemlerde sorumluluk üstlendiğini, demokrasinin önündeki
tıkaçları büyük bir ustalıkla ve titizlikle açmayı bildiğini
belirten Büyükataman, “Demokrasi, aziz Türk milleti için bir lütuf
değil aksine Türklüğün cevher-i aslisinin gereğidir.
Milliyetçi-ülkücü hareket, bu değerlerin yok sayılıp vatandaşın
sandığa yansıyan hür iradesinin dışında başka bir iradeye ise asla
boyun eğmemiştir. Bu dış irade kimi zaman iktidarın ekonomik ve
benzeri tehditlerle yıpratılıp siyasetin dış odaklara bağlı güdümlü
siyasi yapılara devredilmesi şeklinde karşımıza çıkmış, kimi zaman
da şerefli Türk ordusunun içerisine yerleşme imkanı bulmuştur.
Milliyetçi Hareket, siyasete dışarıdan birileri tarafından şekil
verilmek istendiğini gördüğü an, devreye girmiş, sandığın yeniden
kurulması da olmak üzere memleket adına tüm demokratik çareleri
değerlendirmiştir. Bu sayededir ki toplumsal kutuplaşma, çatışmanın
önüne geçilmiş, tarihimizde kara birer leke olarak geçebilecek pek
çok hadisenin önü alınmıştır. ‘En güçlü silah, fikir; en güçlü
fikir, Türk milliyetçiliğidir’ şuuruyla üniversitelerimizde hem
kendilerini hem de Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş temiz vatan
evlatlarını kökü dışarıda bulunan fikir akımlarından, bunların
terörist yapılanmalarından korumak isteyen Türk milliyetçileri
şehit edilmeye başlanmıştır. Fikrinden başka silahı bulunmayan pek
çok ülküdaşımız ilki Ruhi Kılıçkıran olmak üzere vahşice şehit
edilmiştir. Odalarını silah deposuna çevirdiği halde insan
haklarından, kardeşlikten, özgürlükten bahseden, profesörlük
unvanını kendine kalkan yapan sözde aydınların üniversitelerde
beslediği teröristler bir oldubitti ile ülkenin bir Sovyet peyki
hâline getirilmesi için terörü araç olarak kullanmışlardır. Bir
memleket zora girdiğinde ortalıkta kimse görünmezken sağına soluna
bakmadan meydana atılanlar, harim-i namus çiğnenmesin diye tatlı
canından geçenler o memleketin en has evlatlarıdır. Türk tarihi
destanlar çağından günümüze bunun bayraklaşmış timsalleriyle
doludur. Çok şükür ki bu timsallerden bir tanesi de mensubu
olmaktan şeref duyduğumuz milliyetçi-ülkücü harekettir”
açıklamasını yaptı.
“Komünist teröristlerce şehit edildiğimiz yetmezmiş gibi ordunun
içerisine sızmış bulunan mandacı zihniyetin çocukları 12 Eylül 1980
tarihinde üzerimizden tanklarla geçmiş, darbe ile alnımıza vatan
hainleriyle bir tutulma lekesi çalmaya kalkmıştır” diyerek
sözlerini sürdüren Büyükataman, “İşkenceler, insanlık dışı
muamelelere hatta darağaçlarına rağmen bu lekeyi kabullenmedik,
alnımıza sürmelerine müsaade etmedik. Savcı Nurettin Soyer’in
tarihe utanç vesikası olarak geçmiş ve içeriği iftiralarla
doldurulmuş olan iddianamesiyle başta Milliyetçi Hareket
Partisi’nin lideri Alparslan Türkeş olmak üzere yüzlerce ülkücü
dava adamı yargılanmış ve idamla cezalandırılmaları talep
edilmiştir. 587 sanıklı ‘MHP ve ülkücü kuruluşlar’ davası
başlamıştır. 29 Nisan 1981 tarihinde her satırı gerçek dışı
ifadelerden oluşan 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan ve
‘TCK’nın 146 ve 149. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için
silahlı cemiyet oluşturmak’ suçlaması ile açılan davalarda,
Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 220 kişinin idamı
istenmiştir. 5 yıl 11 ay 8 gün süren yargılama, 7 Nisan 1987
tarihinde sonuçlanmıştır. Mahkeme sonucunda 11 yıl 1 ay 10 gün
hapis cezasına çarptırılan Başbuğumuz merhum Alparslan Türkeş, 7
Nisan 1985 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan sözde yargılama
sonucunda ülküdaşlarımız Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Cengiz
Baktemur, Cevdet Karakaş, Fikri Arıkan, İsmet Şahin, Mustafa
Pehlivanoğlu, Halil Esendağ, Selçuk Duracık idam edilmiş, nice dava
arkadaşımız çeşitli cezalara çarptırılmış ve bazıları da yargılanma
sona ermeden ilahi rahmete kavuşmuşlardır. Gencecik fidanlarımızı
görevli cellatlar aramızdan alırken, vatan, bayrak, millet ve
bağımsızlık diyen dava arkadaşlarımızı vahşiler katlederken
vakarımızdan sesimizi dahi çıkarmadık. Bu alçakça teşebbüsün
içerisinde yer alanlarla vatanın sahiplerine işkenceleri, idamları
reva görenlerle şerefli o ordumuzu asla bir ve aynı görmedik.
Ordumuzun peygamber ocağı, devletimizin baba ocağı olduğunun
şuuruyla hareket ettik. Cezaevlerini taş medrese, Hazreti Yusuf’un
uğradığı iftiraya mülhem Yusufiye bildik. ‘Zalimlerin bir hesabı
varsa şüphesiz ki Allah’ın hesabı en güzel hesap, adaleti en güzel
adalettir’ dedik. Vatan, millet aşkıyla çilehanelerde çile
doldurduk ancak kalplerimize ümitsizliğin zerresi giremedi”
ifadelerini kullandı.
Büyükataman, “Biz, devleti ele geçirenlerin kurduğu göstermelik
cunta mahkemelerinde İstiklâl Marşı’nı haykırarak milletin
istiklaline sahip çıkanlarız” diyerek sözlerini şöyle
sonlandırdı:
"Biz, ya istiklâl ya ölüm parolasıyla ölümü öldürenleriz. Biz,
varlığını Türk varlığına armağan edenleriz. Biz, celladından
helallik isteyen, geride kalanlarımıza davamızı miras bırakanlarız.
Biz Türk milletinin kendi dikeni ile kanayan gülleriz. Biz, geceyi
aydınlatan umut ışığıyız. Biz, milliyetçi-ülkücü hareketiz. Ne 12
Eylül öncesini ne de kahpe 12 Eylül’ü unuttuk. ‘12 Eylül’ü
unutmayacağız, unutursak kanımız kurusun’ dediğimizde bunu bir
laf-ı güzaf zannedenler, kararlılığımızı 15 Temmuz gecesi
gerçekleştirilen hain darbe teşebbüsünde gördüler. Türk
milliyetçilerini hedef alan her hareketin gerisinde Türk milletini
dize getirme gayretleri yatmaktadır. 12 Eylül öncesindeki haklı
mücadelemizin meyvelerini candan aziz bildiğimiz Türk milletinin
toplamasına müsaade etmeyip ‘Bizim çocuklar kazandı’ diyerek
geleceğimizi çalanların gayrimeşru çocukları 15 Temmuz’da bu sefer
kaybetti. Haçlı emellerinin günümüzdeki temsilcileri; bir olan, iri
olan, diri olan Türk milletinin topyekun karşı koyuşuyla geri
dönmeye cesaret edememek üzere püskürtüldü. Sayın Genel Başkanımız
Devlet Bahçeli önderliğinde milliyetçi-ülkücü hareketin duruşu
milletimize güven, cesaret vermiştir, vermeye de devam edecektir.
Türkiye artık nereden bir saldırı, Türk milletini dize getirmek
isteyen bir kalkışma gelecek diye beklemek yerine milli ülküleri
ışığında büyük, güçlü Türkiye’yi kurma yolunda önemli adımlar
atmaktadır. Bu kutlu yürüyüşte cehennem olsa gelen göğsümüzde
söndürmeye Mete’den beri ant içmiş bulunmaktayız. Bu yürüyüş
zaferle sonuçlanana dek sürecek, dünyanın beklediği adalet Türk’ün
şefkatli ellerinden dünyaya yayılacaktır. 12 Eylül’ü unutmak
kendini inkar etmektir. Başta Başbuğumuz Alparslan Türkeş olmak
üzere ebediyete irtihal etmiş dava adamlarının, gerek 12 Eylül
öncesinde verdikleri destansı mücadelede şehadet şerbetini içen,
gerekse 12 Eylül’ün idama reva gördüğü her biri ışığımız olan 9
yiğit ülküdaşımızın ruhları şad, mekanları cennet olsun. O günleri
yaşayan ve bugün hayatta olan kıymetli ülküdaşlarımıza Allah
sağlıklı ömürler versin. Unutursak kanımız kurusun.”