Anasayfa /  Keyifli Haberler

Yer yerinden oynasa uyanmaz artık

Abone ol
Abone ol 08 Ocak 2019 18:03

Yer yerinden oynasa uyanmaz artık

Temel, evli bir arkadaşını ziyarete gider. Evin hanımı çok güzel bir içki masası hazırlamıştır. Hep birlikte yiyip, içip sohbet ederler. Kimse zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmaz. İçkinin etkisiyle, ev sahibi sızar ve horlamaya başlar. Kadın, Temel’e yaklaşır ve kulağına fısıldar;

– ”Haydi biraz sevişelim”. Temel sıkılarak;

– ”Nasıl olur? Sen benim arkadaşımın eşisin. Hem sonra ya aniden uyanırsa?”.

Kadın, üstündeki son giysiyi’de çıkartırken;

– ”Yer yerinden oynasa, uyanmaz artık”.

Temel eğilir ve arkadaşının göğsünden bir kıl kopartır.

Arkadaşının horultusunda hiçbir değişme olmaz.

Bunun üzerine kadınla çılğınca sevişmeye başlar.

Kadın, bir süre sonra içli bir sesle;

– ”Haydi bir daha”.

Temel, arkadaşının göğsünden bir kıl daha kopartır, horultu yine devam etmektedir.

Bir kez daha sevişirler. Olay, sabaha kadar tam beş kez tekrarlanır.

Güneşin ilk ışıkları odaya dolarken, Temel bir kıl daha koparınca, arkadaşı;

– ”Bak dostum, bütün gece karımla seviştin. Ses çıkartmadım.

Ama beni skorboard olarak kullanmaya devam edersen, canını okurum’haa!



BONUS FIKRA



İzmir’den trene binen yaşlı teyze kondüktöre,

“Menemen’e gelince bana haber et yavrum, unutma” der.

Gecenin ilerleyen saatlerinde kondüktör

Menemen’i geçer geçmez yaşlı teyzenin Menemen’de ineceğini hatırlar, hemen makiniste gidip haber verir.

Makinist de, gecenin bu saatinde teyzeyi buralarda indiremeyeceğimize göre geri geri gideceğiz, soran olursa “tren makas değiştiriyor” deriz der.

Bir yarım saat geri geri giderek Menemen’e gelinir ve kondüktör gidip teyzeye haber verir “Hadi teyze Menemen’e geldik”

Teyzem, “Sağol yavrum” der ve çantasını açıp ilacını içer.



Dul Baba



Budha olarak da anılan Siddhartha Gautama, öğretisini yaydığı yıllarda takipçilerine şöyle bir öykü anlattı:

‘Genç yaşında dul kalan bir baba, yaşamını biricik oğluna adamıştı.

Yavrusunu evde bırakıp köy dışına işe gittiği bir gün, haydutlar köyü bastılar, tüm evleri yaktılar ve küçük oğlunu kaçırdılar.

Dönüşünde bir harabe yığınıyla karşılaşan baba, umutsuzca çocuğunu aradı.

Dumanları tüten köyde bir çocuğun yanmış cesedini bulunca, oğlunun kalıntıları sandı.

Usulünce bir cenaze töreni hazırladı, cesedi tamamen yaktı, külleri topladı ve bir torbaya doldurdu.

Omuzuna astı ve hiç çıkarmadı.

Bitmeyecek bir yasa girmişti. Artık gittiği her yere külleri koyduğu torbayı da götürüyordu.

Oysa oğlu yaşıyordu ve bir gün haydutların elinden kaçmayı başardı.

Günlerce yürüyerek köyün yolunu buldu.

Bir gece geç vakit, babasının yıkılanın yerine yaptığı yeni evin kapısını çaldı.

Baba sordu:

– Kim o?

– Benim, oğlun. Kapıyı aç baba!

Oğlu sandığı çocuğun küllerini yanından hiç ayırmayan mutsuz baba, sefil biri kendisiyle alay ediyor sandı.

– Defol, diye bağırdı.

Çocuğu defalarca kapıya vurdu ve babasını açmaya, kendisiyle konuşmaya çağırdı. Ama hep aynı yanıtı alıyordu:

Defol!

Umudunu yitiren oğul, sonunda bir daha dönmemek üzere gitti.’

Budha Siddhartha, öyküyü bitirince başını önüne eğdi. Bir an sustu. Sonra başını kaldırıp rahiplerine baktı ve ağır ağır:

“Eğer bir fikre, mutlak gerçekmiş gibi sarılırsanız; gerçeğin ta kendisi gelip kapınıza vurduğunda, o kapıyı açmak ve gerçekle yüzleşme cesaretiniz ve yeteneğiniz kalmaz.”





GECE YARISI

Yıllar sonra çocuk evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş. Birgün, gecenin bir yarısı saat 3:30 civarları telefonu çalmış.

Telefondaki ses, annesinin sesiymiş çocuk; 

- "Ne var Anne, ne istiyorsun bu saatte, neden beni rahatsız ediyorsun ?

Sabah arasan olmaz mıydı" gibilerinden, annesini azarlayıcı sözler sarfetmiş.

Annesi, biraz buruk, biraz da ağlamaklı bir ses tonu ile; 

- "Bundan 25 yıl önce de bir gece yarısı 3:30 da sen beni rahatsız etmiştin. 

- " DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN OĞLUM " demiş... 



Dilenci



Bir gün köyün dışında, dilencilerin yaşadığı bölgede orman yangını çıktı. Tabii dilenciler aynı zamanda rakipti.

Aynı meslekte, aynı insanlardan dileniyorlardı. Sürekli birbirlerine kızıyorlardı. Onlar dost değil düşmandı.

Orman yanarken, iki dilenci bir an için düşündü. Birbirlerine düşmanlardı. Konuşmuyorlardı bile.

Ama bu acil bir durumdu. Kör adam, bacakları olmayan adama seslendi. “Kurtulmanın tek yolu var.

Seni omuzlarıma alacağım. Sen benim bacaklarımı kullanacaksın; ben de senin gözlerini. Ancak bu şekilde kurtulabiliriz.”

Anında anlaşıldı. Ortada bir sorun yoktu. Bacaksız adam dışarı çıkamıyordu. Yanan ormandan hızla çıkması mümkün değildi.

Her taraf alevler içindeydi. Biraz yol alabilirdi ama bir işine yaramazdı. Çok hızlı bir şekilde çıkmak gerekiyordu.

Kör adam da çıkamayacağını biliyordu. Yangının ne tarafta olduğunu, yolu, hangi ağaçların yandığını, nerede boşluklar olduğunu göremiyordu. Kör bir adam olarak kaybolacaktı.

Ama ikisi de zekiydi. Düşmanlıklarını bırakıp dost oldular. Ve hayatlarını kurtardılar.

Yanmakta olan sensin. Her an yanıyor, acı çekiyor, sancılar içinde sızlanıyorsun. Akıl tek başına kördür.

Bacakları vardır, hızlı koşabilir, çok hızlı yol alabilir; ama kör olduğu için hangi yöne gideceğini bilemez.

O yüzden sürekli ayağı takılır, düşer, kendine zarar verir ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür.

Bilgelik kalp ile aklın buluşmasından ortaya çıkar. Kalbinle aklın arasındaki uyumu yaratmak sanatını öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın.

Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun.


Yorumlar