Anasayfa /  Keyifli Haberler

Ömür İşte

Abone ol
Abone ol 09 Aralık 2018 08:20

Allah, dünyayı yaratacağı zaman, ilk önce eşeği çağırmış ve demiş ki:

– Ey eşek, sana 40 yıl ömür veriyorum. Bu süre içinde insanlara hizmet edeceksin. İnsanların sana verdikleri bütün yükleri taşıyacaksın!..

Eşek de Allaha yakarmış:

– Ey yüce Allahım, söylediklerini yapacağım, ama bana 40 yıl ömür çok. Sen benim ömrümün yarısını al, bana 20 yıllık ömür yeter.

Eşeğin duasını kabul eden Allah, köpeği çağırmış ve demiş ki:

– Ey köpek, sana 30 yıl ömür veriyorum. Bu zaman icinde insanları koruyacaksın, evlerine bekçilik edeceksin!..

Köpek de Allaha yakarmış:

– Ey yüce Allahım, dediklerini yapacağım, ama bana 30 yıllık ömür çok. Sen benim ömrümü 15 yıl yap. 15 yıllık ömür bana yeter.

Köpeğin duasını kabul eden Allah, maymunu çağırmış ve demiş ki:

– Ey maymun, sana 20 yıl ömür veriyorum. Bu ömür boyunca, insanları eğlendireceksin. Onlara şaklabanlıklar yapıp güldüreceksin!.. Maymun da Allaha yalvarmış:

– Ey yüce Allah’ım, 20 yıllık ömür bana cok fazla. Sen benim ömrümü 10 yıl yap. 10 yıllık ömür bana yeter.

Maymunun da duasını kabul eden Allah, son olarak çamurdan yarattığı insanı çağırmış ve demiş ki:

– Ey Adem, sana 20 yıl ömür veriyorum. Bu süre içinde hiçbir şey yapmayacaksın. Sadece sana hizmet için görevlendirdiğim varlıklardan yararlanarak yaşayacaksın!..

İnsanın atası Adem de Allaha yalvarmış:

– Ey yüce Allahım, dediklerini yapacağım, ama bana 20 yıl ömür yetmez. Eşekten aldığın 20 yılı, köpekten aldığın 15 yılı, maymundan aldığın 10 yılı bana ver.

Adem’in de duasını kabul eden Allah, hepsini dünyaya göndermiş ve bugüne kadar yaşamışlar. İşte bu yüzden biz insanların ömrü şöyle geçiyormuş:

1 – İlk yirmi yılı insan gibi yaşıyoruz.

2 – İkinci yirmi yılı eşek gibi çalışarak geçiriyoruz.

3 – 40 yaşından sonra, 15 yılımızı köpek gibi eve bekçilik yaparak geçiriyoruz.

4 – 55 yaşından sonra da torunlarımızı eğlendirmek için; maymun gibi şaklabanlıklar yapıyoruz







Sonunu Okuyunca Göz Yaşlarına Boğulacaksınız…



Bir gece eve geç geldim. Eşim, akşam yemeği için masayı hazırlarken elini tuttum ve “Boşanmak istiyorum” dedim. Sözlerimden alınmışa benzemiyordu. Sakince nedenini sordu. Cevap vermek istemedim.

Bu, onu kızdırdı. Çatal ve kaşıkları fırlatarak bana “Sen adam değilsin!” dedi. O gece hiç konuşmadık. Uyuyordu. Evliliğimizin bitmesinin ardındaki nedeni bilmek istiyordu. Bense tam olarak ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Kalbimi Jane’e kaptırmıştım. Artık eşimi sevmiyordum. Ona acıyordum!

Derin bir vicdan azabı içerisinde, evi, arabayı ve şirket hisselerinin 30%’unu alabileceğine dair bir boşanma anlaşması hazırlattım. Görür görmez anlaşmayı yırtıp attı. On yıldır hayatıma ortak olan kadın artık bir yabancıydı.





Harcadığı zaman ve verdiği emeğe acıyordum. Ama söylediklerimi geri alamazdım. Bir gün yanımda bağırarak ağladı. Aslında bu tepkiyi ilk kez boşanmak istediğimi söylediğimde bekliyordum ondan. Boşanma fikri artık daha gerçekçi geliyordu.

Yine bir gece eve geç geldim. Masanın üstünde bana yazdığı bir yazıyı gördüm. Yemek yemedim. Hemen uyumaya gittim. Sabah bana boşanma koşullarını anlattı. Benden tek bir şey istemiyordu. Boşanana dek hayatımızı eskisi gibi yaşamamızı istiyordu. Nedeni ise gayet basitti. Çocuğumuzun sınavları yaklaşıyordu ve çocuğumuzun durumdan etkilenmesini istemiyordu.

Ayrıca, bana onu evlendiğimiz gün eve kucağımda nasıl taşıdığımı hatırlattı. Mahkeme gününe kadar her gün onu kapıdan yatak odasına kadar kucağımda taşımamı istedi. Delirdiğini düşünmeye başladım. Ancak evde huzursuzluk çıkmasın diye garip olan bu teklifini kabul ettim.

İlk gün, eşimi kucağımda yatak odasına kadar taşıdığımda ikimiz de bir gariplik seziyorduk. Oğlumuz ise neşeli bir şekilde, “Arslan babam! Annemi kucağında taşıyor!” diye alkışladı.

Oğlumun söyledikleri içimde bir yerlere dokundu. Eşimi, yatak odasından oturma odasına sonra da kapıya kadar kucağımda taşıdım. Gözlerini kapattı ve sakince, “Boşanacağımızı oğlumuza söyleme” dedi. Onaylayan bir ifadeyle kafamı salladım ve yere indirdim.

İkinci gün duruma biraz daha alışmıştık. Göğsüme yaslandı. Bluzundaki parfümün kokusunu alabiliyordum. Farkettim ki eşime uzun süredir kadın gözüyle hiç bakmamışım. Artık genç bir kız değildi. Suratında kırışıklıklar vardı ve saçları beyazlıyordu. Evliliğimiz ona verdiği hasar belli oluyordu. Bir anlığına ona ne kadar zarar verdiğimi anladım.

Dördüncü günümüzde eşimi kucağıma aldığımda, aramızda bir bağ oluştuğunu hissettim. Kucağımdaki kadın bana ve evliliğimize on yılını vermişti. Beşinci ve altıncı günde, aramızdaki bağın giderek yoğunlaştığını gördüm. Mahkeme günü yaklaştıkça aramızdaki bağ daha da kuvvetleniyordu ve eşim giderek daha hafif gelmeye başladı. Bir sabah eşime yaşattığım acının farkına varmaya başladım. Bir anda ellerimi başını okşarken buldum. Oğlumuz o an içeriye girdi ve “Baba, annemi taşıma zamanı!” dedi. Annesini her gün kucağımda taşımam oğlumun hayatındaki en önemli şeylerden birisi haline gelmişti.

Eşim, oğlumuzu tuttu ve ona sıkıca sarıldı. Bense fikrimi değiştirmemek için kafamı çevirdim. Eşimi kucağıma aldım ve eliyle boynumu sardı. Onu kucağımda sıkıca tutuyordum, tıpkı evliliğimizin ilk günü gibi.

Mahkemeden bir gün önce eşimi yine kucağıma aldım. Adım atmakta zorlanıyordum. Ne yapmam gerektiğine karar vermiştim.





Jane’in yanına gittim ve ona “Üzgünüm, Jane. Artık eşimden boşanmak istemiyorum” dedim. Her şeyin farkına varmıştım artık. Evliliğimizin ilk günü eşimi ilk kez kucağımda evimize taşımıştım ve ölene dek onu kucağımda taşıyacağıma yemin etmiştim. Eşime çiçek almaya karar verdim. Çiçekçi nota ne yazdırmak istediğimi sorunca da gülerek, “Ölüm bizi ayırana dek seni kucağımda taşıyacağım” dedim.

Eve geldim. Ellerimde çiçekler ve suratımda içten bir gülümsemeyle. Ben dışardayken eşimin vefat ettiğini öğrendim. Sonradan öğrendiğim kadarıyla eşim birkaç aydır kanserle mücadele ediyordu. Bense Jane ile ilgilenmekten bunu bile farkedememiştim.

Öleceğini biliyordu ve oğlumuzun bana tepki göstereceğini düşündüğünden boşanmamızı ona belli etmememi söylemişti. Oğlumun gözünde son ana dek eşini seven bir baba olarak görünmüştüm. Eşimi son kez kucağımda taşıdım…

Günlük hayatımızdaki önemsiz ve sıkıcı görünen ayrıntılar aslında ilişkilerimizi şekillendiren şeyler. Ne kadar büyük bir evinizin olduğu, ne model bir arabanız olduğu ya da banka hesabınızdaki paranın miktarı hiçbir anlama gelmiyor. Para, araba ve ev gibi şeyler mutluluğuna bir nebze de olsa katkı sağlayan araçlardır. Ama hiçbiri size kalıcı mutluluk sağlamaz. Bu nedenle, sevdiğiniz kadının hayat arkadaşı olun. Aranızdaki bağı kuvvetlendirmek için birbirinize küçük jestler yapın.

Birçoğumuz vazgeçtiğimiz an başarıya ne kadar yakın olduğumuzun farkına bile varamıyoruz.

Duygu yüklü yazıyı arkadaşlarınızla paylaşmayı ihmal etmeyin.


Yorumlar