Karaciğer tümörlerine girişimsel işlemlerle nokta atışı
Girişimsel Radyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. R. Aykut Aktaş, "karaciğer Tümörlerinin Girişimsel Tedavisinde Uygulanan Radyofrekans Yöntemi, Biyopside Olduğu Gibi Mr/tomografi Ya Da Ultrasonda Tespit Edilen Lezyonlara İğne İle Girilerek Gerçekleştirilir. Lezyonların Genellikle Yüzde 90’ının Kaybolduğu Tespit Edilir" Dedi.
Abone olGirişimsel Radyoloji Bölümünden Doç. Dr. R. Aykut Aktaş,
"Karaciğer tümörlerinin girişimsel tedavisinde uygulanan
radyofrekans yöntemi, biyopside olduğu gibi MR/tomografi ya da
ultrasonda tespit edilen lezyonlara iğne ile girilerek
gerçekleştirilir. Lezyonların genellikle yüzde 90’ının
kaybolduğu
tespit edilir" dedi.
Memorial Antalya Hastanesi Girişimsel Radyoloji Bölümünden
Doç.
Dr. R. Aykut Aktaş, karaciğer tümörlerinde uygulanan girişimsel
tedaviler hakkında bilgi verdi. Karaciğer tümörlerinin, en sık
görülen 5 kanser türü arasında yer aldığını ifade eden Aktaş,
"Hastalığın tedavisinde uygulanan girişimsel yöntemler,
hastanın
yaşam süresi uzatıyor ve konforunu artırıyor. Girişimsel
radyolojik
tedaviler, her hastada değişkenlik göstermekle birlikte, yüzde
50-90 oranında etkili olabiliyor. Karaciğer kanserleri;
karaciğer
yağlanması, viral hepatitler ve siroz gibi nedenlerle
karaciğerin
kendi dokusunda ortaya çıktığı gibi kolon, rektum ve pankreas
tümörlerinin metastazı ile görülebilir. Karaciğerde bulunan
kitleler genellikle masum kabul edilmez. Tümör, karaciğer
dokusuna
yayılarak fonksiyonlarını olumsuz etkilediğinde hızlı gelişen
bir
kanser tablosu oluşmaktadır. Karaciğerdeki kitle ya da
kitlelerin
büyümesi; sarılık, safra yolu tıkanıklıkları ve enfeksiyon
gelişimini de beraberinde getirmektedir. Safra yollarındaki
bakteriler, organ komşuluğu nedeniyle karaciğerdeki tümörlere
nüfuz
eder ve orada daha da büyüyerek çoğalmalarına neden olur.
Sonuçta
hem karaciğer fonksiyonları bozulur hem de bu bölgede yıkıcı
bir
etki görülür" diye konuştu.
"Doku hasarı olmadan biyopsi yapılıyor"
Karaciğerde saptanan anormal doku ile ilgili kesin sonucu
iğne
biyopsisinin verdiğini aktaran Aktaş, "Biyopsi, görüntüleme
yöntemleri ile saptanan şüpheli bir bulgunun tanısının
kesinleştirilmesi için gereklidir. Güvenli bir yoldan iğne ile
girilerek şüpheli dokuya ulaşılır ve ardından yeterli miktarda
hücre örneği alınır. Tüm bu işlem, görüntüleme eşliğinde
gerçekleştirilmektedir. İğne biyopsisinin, günümüzde artı
mümkün
olduğunca güvenli bir şekilde yapılması sayesinde sonuca,
hızlıca
ve doku hasarı oluşturmadan gidilebilmektedir. Karaciğer tümörü
tanısı alan hastalar multidisipliner bir değerlendirme ile
tedavi
programına alınır. Uygun hasta seçimi ile her vak’aya özel bir
değerlendirme yapılarak tedavi şekli belirlenir. Karaciğer
tümörlerinin tedavisinde çok önemli bir yeri olan girişimsel
uygulamaların olumlu sonu verebilmesi de doğru hasta seçimine
bağlıdır. Girişimsel yöntemlerde; kemoterapi ajanları, damardan
embolizasyon tedavileri ya da iğne ile damardan girilerek
yapılan
ablasyon uygulanmaktadır" ifadelerine yer verdi.
"Tümörlerin yüzde 90 kaybolduğu gözlemleniyor"
Karaciğerde, özellikle 4-5 santimetreyi geçmeyen
büyüklükteki
tümörlerde tercih edilen ısı ya da dondurma işlemlerinin etkili
olduğunu söyleyen Aktaş, "Karaciğer tümörlerinin girişimsel
tedavisinde uygulanan radyofrekans yöntemi, biyopside olduğu
gibi
MR/tomografi ya da ultrasonda tespit edilen lezyonlara iğne ile
girilerek gerçekleştirilir. Biyopside kullanılan iğnenin ucunda
mikrodalga veya radyofrekans yöntemiyle ısı oluşturulur. Isı
derecesi 90 dereceye kadar çıkarılır ve belli bir dereceden
sonra
tümör hücreleri yok olmaya başlar. Tedavinin ardından hasta bir
ay
sonra kontrol tetkikleri yaptırdığında lezyonların genellikle
yüzde
90’ının kaybolduğu tespit edilir. Ancak bu bölgede yeni bir
lezyon
oluşumu görülmüşse, aynı şekilde lokal anestezi altında
ameliyatsız
iğne girişimi gerçekleştirilerek işlem tekrarlanabilir"
ifadelerini
kullandı.
"Tümör hücrelerinin büyümesi engelleniyor"
Aktaş, "Tümör büyüklüğü ameliyat sınırını geçmiş hastalar
için
’embolizasyon yöntemi’, anjiyo gibi girişimsel olarak
gerçekleştirilmektedir. 5 santimetreden büyük tümörlerin
tedavisinde uygulanan ablasyon işlemi ile kombine olarak da
tercih
edilebilir. Embolizasyon, normal karaciğer dokusuna verilen kan
miktarının bir kısmını azaltır. Bu nedenle viral hepatitler ya
da
siroz kaynaklı olarak karaciğer dokusu zarar görmüş hastalar
için
önerilen bir tedavi yöntemi değildir. Trans-arteriyel
kemoembolizasyon (TAKE), embolizasyon işlemini kemoterapi ile
birleştirmektedir. İşlemde, tümörün büyüme odaklarını tıkayan
ve
aynı zamanda da ilacın yavaşça salınımını gerçekleştiren ’küçük
balonlar’ kullanılır. Hastaya kasık damarından yapılan TAKE,
anjiyo
gibi girişimsel olarak planlanmaktadır. Kemoterapik ajanlar
kasık
damarından hedefe yönelik ve sadece kanserli dokuyu yok etmeyi
amaçlayarak iletilir. Bu sayede kemoterapinin kol damarından
verilen formundan yaklaşık 5-10 kat daha yoğun bir
konsantrasyonla
ilacın karaciğerdeki tümörlü hücrelere nüfuzu sağlanır. TAKE
karaciğer kanseri için tümörün ilerlemesini önlemek, hastaların
yaşamını uzatmak ve hastalığın yol açtığı semptomları kontrol
etmek
için lokal tümör kontrolünde yararlı bir yöntem olarak kabul
edilmektedir" diyerek açıklamalarını tamamladı.