Anasayfa /  Sağlık

Karaciğer tümörlerine girişimsel işlemlerle nokta atışı

Girişimsel Radyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. R. Aykut Aktaş, "karaciğer Tümörlerinin Girişimsel Tedavisinde Uygulanan Radyofrekans Yöntemi, Biyopside Olduğu Gibi Mr/tomografi Ya Da Ultrasonda Tespit Edilen Lezyonlara İğne İle Girilerek Gerçekleştirilir. Lezyonların Genellikle Yüzde 90’ının Kaybolduğu Tespit Edilir" Dedi.

Abone ol
Abone ol 14 Ekim 2019 11:53

Girişimsel Radyoloji Bölümünden Doç. Dr. R. Aykut Aktaş,
"Karaciğer tümörlerinin girişimsel tedavisinde uygulanan
radyofrekans yöntemi, biyopside olduğu gibi MR/tomografi ya da
ultrasonda tespit edilen lezyonlara iğne ile girilerek
gerçekleştirilir. Lezyonların genellikle yüzde 90’ının kaybolduğu
tespit edilir" dedi.


Memorial Antalya Hastanesi Girişimsel Radyoloji Bölümünden Doç.
Dr. R. Aykut Aktaş, karaciğer tümörlerinde uygulanan girişimsel
tedaviler hakkında bilgi verdi. Karaciğer tümörlerinin, en sık
görülen 5 kanser türü arasında yer aldığını ifade eden Aktaş,
"Hastalığın tedavisinde uygulanan girişimsel yöntemler, hastanın
yaşam süresi uzatıyor ve konforunu artırıyor. Girişimsel radyolojik
tedaviler, her hastada değişkenlik göstermekle birlikte, yüzde
50-90 oranında etkili olabiliyor. Karaciğer kanserleri; karaciğer
yağlanması, viral hepatitler ve siroz gibi nedenlerle karaciğerin
kendi dokusunda ortaya çıktığı gibi kolon, rektum ve pankreas
tümörlerinin metastazı ile görülebilir. Karaciğerde bulunan
kitleler genellikle masum kabul edilmez. Tümör, karaciğer dokusuna
yayılarak fonksiyonlarını olumsuz etkilediğinde hızlı gelişen bir
kanser tablosu oluşmaktadır. Karaciğerdeki kitle ya da kitlelerin
büyümesi; sarılık, safra yolu tıkanıklıkları ve enfeksiyon
gelişimini de beraberinde getirmektedir. Safra yollarındaki
bakteriler, organ komşuluğu nedeniyle karaciğerdeki tümörlere nüfuz
eder ve orada daha da büyüyerek çoğalmalarına neden olur. Sonuçta
hem karaciğer fonksiyonları bozulur hem de bu bölgede yıkıcı bir
etki görülür" diye konuştu.


"Doku hasarı olmadan biyopsi yapılıyor"


Karaciğerde saptanan anormal doku ile ilgili kesin sonucu iğne
biyopsisinin verdiğini aktaran Aktaş, "Biyopsi, görüntüleme
yöntemleri ile saptanan şüpheli bir bulgunun tanısının
kesinleştirilmesi için gereklidir. Güvenli bir yoldan iğne ile
girilerek şüpheli dokuya ulaşılır ve ardından yeterli miktarda
hücre örneği alınır. Tüm bu işlem, görüntüleme eşliğinde
gerçekleştirilmektedir. İğne biyopsisinin, günümüzde artı mümkün
olduğunca güvenli bir şekilde yapılması sayesinde sonuca, hızlıca
ve doku hasarı oluşturmadan gidilebilmektedir. Karaciğer tümörü
tanısı alan hastalar multidisipliner bir değerlendirme ile tedavi
programına alınır. Uygun hasta seçimi ile her vak’aya özel bir
değerlendirme yapılarak tedavi şekli belirlenir. Karaciğer
tümörlerinin tedavisinde çok önemli bir yeri olan girişimsel
uygulamaların olumlu sonu verebilmesi de doğru hasta seçimine
bağlıdır. Girişimsel yöntemlerde; kemoterapi ajanları, damardan
embolizasyon tedavileri ya da iğne ile damardan girilerek yapılan
ablasyon uygulanmaktadır" ifadelerine yer verdi.


"Tümörlerin yüzde 90 kaybolduğu gözlemleniyor"


Karaciğerde, özellikle 4-5 santimetreyi geçmeyen büyüklükteki
tümörlerde tercih edilen ısı ya da dondurma işlemlerinin etkili
olduğunu söyleyen Aktaş, "Karaciğer tümörlerinin girişimsel
tedavisinde uygulanan radyofrekans yöntemi, biyopside olduğu gibi
MR/tomografi ya da ultrasonda tespit edilen lezyonlara iğne ile
girilerek gerçekleştirilir. Biyopside kullanılan iğnenin ucunda
mikrodalga veya radyofrekans yöntemiyle ısı oluşturulur. Isı
derecesi 90 dereceye kadar çıkarılır ve belli bir dereceden sonra
tümör hücreleri yok olmaya başlar. Tedavinin ardından hasta bir ay
sonra kontrol tetkikleri yaptırdığında lezyonların genellikle yüzde
90’ının kaybolduğu tespit edilir. Ancak bu bölgede yeni bir lezyon
oluşumu görülmüşse, aynı şekilde lokal anestezi altında ameliyatsız
iğne girişimi gerçekleştirilerek işlem tekrarlanabilir" ifadelerini
kullandı.


"Tümör hücrelerinin büyümesi engelleniyor"


Aktaş, "Tümör büyüklüğü ameliyat sınırını geçmiş hastalar için
’embolizasyon yöntemi’, anjiyo gibi girişimsel olarak
gerçekleştirilmektedir. 5 santimetreden büyük tümörlerin
tedavisinde uygulanan ablasyon işlemi ile kombine olarak da tercih
edilebilir. Embolizasyon, normal karaciğer dokusuna verilen kan
miktarının bir kısmını azaltır. Bu nedenle viral hepatitler ya da
siroz kaynaklı olarak karaciğer dokusu zarar görmüş hastalar için
önerilen bir tedavi yöntemi değildir. Trans-arteriyel
kemoembolizasyon (TAKE), embolizasyon işlemini kemoterapi ile
birleştirmektedir. İşlemde, tümörün büyüme odaklarını tıkayan ve
aynı zamanda da ilacın yavaşça salınımını gerçekleştiren ’küçük
balonlar’ kullanılır. Hastaya kasık damarından yapılan TAKE, anjiyo
gibi girişimsel olarak planlanmaktadır. Kemoterapik ajanlar kasık
damarından hedefe yönelik ve sadece kanserli dokuyu yok etmeyi
amaçlayarak iletilir. Bu sayede kemoterapinin kol damarından
verilen formundan yaklaşık 5-10 kat daha yoğun bir konsantrasyonla
ilacın karaciğerdeki tümörlü hücrelere nüfuzu sağlanır. TAKE
karaciğer kanseri için tümörün ilerlemesini önlemek, hastaların
yaşamını uzatmak ve hastalığın yol açtığı semptomları kontrol etmek
için lokal tümör kontrolünde yararlı bir yöntem olarak kabul
edilmektedir" diyerek açıklamalarını tamamladı.


Yorumlar