Anasayfa /  Güncel

Nazım Hikmet vefatının 56’ıncı yılında anılıyor

Türk şiirinin devi Nazım Hikmet, bundan 56 yıl önce Moskova'da sürgündeyken hayatını yitirdi.Edebiyatımızın mavi gözlü devi Nazım Hikmet'in ölümünün üzerinden tam 56 yıl geçti.

Abone ol
Abone ol 03 Haziran 2019 13:09

Türk edebiyatının önemli isimlerinden şair, yazar Nazım Hikmet Ran vefatının 56. yılında anılıyor. Sadece edebi yanı değil siyasi düşünceleri ile de ön plana çıkan Nazım Hikmet eserleriyle tüm dünyada hayran olunan şairler arasında yer alıyor. Peki Nazım Hikmet kimdir?

NAZIM HİKMET KİMDİR?

15 Ocak 1902 yılında Selanik’te dünyaya gelen Nazım Hikmet, ilk şiiri Feryad-ı Vatan’ı 1913 yılında kaleme almıştır. Mekteb-i Sultani’de öğrenim görmeye başlayan Nazım Hikmet, bir aile toplantısında yazdığı kahramanlık şiirini okuması ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından keşfedildi. Bahriye Mehtebi’ne giderek öğrenimini başarı ile tamamladı. Mezuniyetinin ardından Hamidiye gemisinde stajyer subay olarak göreve başladı. Bir süre sonra bazı nedenlerden dolayı ordudan ayrıldı.

Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde Siyasi Bilimler ve İktisat bölümü okudu. İlk şiir kitabı 28 Kanunisani’i Moskova’da yayınladı. Ardından Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisinde çalışmaya başladı. Dergide yazdıkları şiir ve yazılardan ötürü hakkında 15 yıl hapis istendi. O sırada Sovyet Rusya’ya gitti. 1928 Af Kanunu ile cezası kaldırıldı. Tekrak Türkiye’ye dönerek Resimli Ay dergisinde yazılar yazmaya başladı. 1938 yılında burada da yazdıklarından dolayı 12 yıl hapis cezası aldı.

1951 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Türk Vatandaşlığından çıkarılan Nazım Hikmet, büyük dedesinin memleketi olan Polonya vatandaşlığına geçti ve Borzecki soyadını aldı.

3 Haziran 1963 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Şairlik Hayatı

Nazım Hikmet ilk şiirlerini hece ölçüsü kuralları içinde yazdı. Yazdıkları le kısa zamanda diğer şairlere fark attı. Hece ölçüsü ile yetinmeyerek şiirleri için başka formlar bulma arayışına girdi. Sovyet Rusya’da kaldığı yıllar sırasında şiirlerinde bulmaya çalıştığı yeni ve farklı formlara ulaştı. Bu sebeple hem içerik hem de biçim yönünden dönemin şairlerinden farklı bir yol izledi. Şiirlerinde uzun yıllar benimsediği hece ölçüsünden vazgeçerek serbest ölçüde yazmaya başladı. Yine o dönem Sovyet şairlerinden esinlenerek şiirlerine farklı bir boyut kazandırdı. Yazdıkları Fikret Kızılok, Cem Karaca, Fuat Saka, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü, Zülfü Livaneli gibi usta sanatçılar tarafından seslendirildi. Buna ek olarak birçok eseri de Yeni Türk’ün eski üyelerinden Selim Atakan tarafından bestelendi.

Yine Fuat Saka tarafından iki adet şiiri bestelenerek albüme dahil edildi. UNESCO tarafından Nazım Hikmet Yılı olarak kabul edilen 2002 yılında dönemin ünlü bestecisi Suat Özönder, “Şarkılarda Nazım Hikmet” isimli albüm oluşturdu.

Dava ve Sürgün Yılları

1925 – Ankara İstiklâl Mahkemesi Davası

1927 – 1928- İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1928 – Rize Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1928 – Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1931 – İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Davası

1933 – İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1933 – İstanbul Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Davası

1933 – 1934 – Bursa Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1936 – 1937 – İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Davası

1938 – Harp Okulu Komutanlığı Askerî Mahkemesi Davası

1938 – Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesi Davası

NAZIM HİKMET ŞİİRLERİ

Güneşi İçenlerin Türküsü

Bu bir türkü:-

toprak çanaklarda

güneşi içenlerin türküsü!

Bu bir örgü:-

alev bir saç örgüsü!

kıvranıyor;

kanlı; kızıl bir meş’ale gibi yanıyor

esmer alınlarında

bakır ayakları çıplak kahramanların!

Ben de gördüm o kahramanları,

ben de sardım o örgüyü,

ben de onlarla

güneşe giden

köprüden

geçtim!

Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.

Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;

altın yeleli aslanların ağzını

yırtarak

gerindik!

Sıçradık;

şimşekli rüzgâra bindik!.

Kayalardan

kayalarla kopan kartallar

çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.

Alev bilekli süvariler kamçılıyor

şaha kalkan atlarını!

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

Düşmesin bizimle yola:

evinde ağlayanların

göz yaşlarını

boynunda ağır bir

zincir

gibi taşıyanlar!

Bıraksın peşimizi

kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:

şu güneşten

düşen

ateşte

milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar

göğsünün kafesinden yüreğini;

şu güneşten

düşen

ateşe fırlat;

yüreğini yüreklerimizin yanına at!

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!

Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,

toprak kokuyor bakır sakallarımız!

Neş’emiz sıcak!

kan kadar sıcak,

delikanlıların rüyalarında yanan

” o an”

kadar sıcak!

Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,

ölülerimizin başlarına basarak

yükseliyoruz

güneşe doğru!

Ölenler

döğüşerek öldüler;

güneşe gömüldüler.

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaaaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!

Kalın tuğla bacalar

kıvranarak

ötüyor!

Haykırdı en önde giden,

emreden!

Bu ses!

Bu sesin kuvveti,

bu kuvvet

yaralı aç kurtların gözlerine perde

vuran,

onları oldukları yerde

durduran

kuvvet!

Emret ki ölelim

emret!

Güneşi içiyoruz sesinde!

Coşuyoruz,

coşuyor!..

Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde

mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaaaaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

Toprak bakır

gök bakır.

Haykır güneşi içenlerin türküsünü,

Hay-kır

Haykıralım!

Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor

Onlardan kalbime sevda geçmiyor

Ben yordum ruhumu biraz da sen yor

Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece

Kaçıyorum bugün senden gizlice

Kalbime baktım da işte iyice

Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim

Maziye karıştı şimdi yeminim

Kalbimde senin için yok bile kinim

Bence sen de şimdi herkes gibisin

Ben Senden Önce Ölmek İsterim

Ben

senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen

gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

Iyisi mi,beni yaktırırsın,

odanda ocağın üstüne korsun

içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,

şeffaf, beyaz camdan olsun

ki içinde beni gorebilesin

Fedakarliğimi anlıyorsun

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum

yaşiyorum yanında senin.

Sonra, sen de ölünce

kavanozuma gelirsin.

Ve orada beraber yaşarız

külümün içinde külün

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi ordan atana kadar…

Ama biz

o zamana kadar

o kadar

karışacağız

ki birbirimize,

atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz

yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacagız.

Ve bir gün yabani bir çiçek

bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse

sapında muhakkak

iki çiçek açacak :

biri sen

biri de ben.

Ben

daha ölümü düşünmüyorum.

Ben daha bir çocuk doğuracağım

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,

ama sen de beraber.

Ama ölüm de korkutmuyor beni.

Yalnız pek sevimsiz buluyorum

bizim cenaze şeklini.

Ben ölünceye kadar da

Bu düzelir herhalde.

Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?

Içimden bir şey :

belki diyor.


Yorumlar