KİM ÖĞRETTİ SANA SUSMAYI

Uğradığın ya da uğradığını düşündüğün haksızlıklara susmayı öğrettiler sana. İyi bir çocuğun sorun çıkarmayacağına inandırdılar. Alttan almayı, yok saymayı, kızsan da hiç bir şey yok gibi davranmayı marifet bellettiler.

FEVZİYE BALCIOĞLU balcioglufevziye@gmail.com

Kim öğretti sana susmayı 

Uğradığın ya da uğradığını düşündüğün haksızlıklara susmayı öğrettiler sana. İyi bir çocuğun sorun çıkarmayacağına inandırdılar. Alttan almayı, yok saymayı, kızsan da hiç bir şey yok gibi davranmayı marifet bellettiler. İtaat kanına işlemişti büyürken tersi içinden gelse de bir türlü yapamıyordun, olmuyordu. Hayır demek istiyordun ağzından çıkamıyordu o hayır ve içinde patlayan bir volkana dönüşüyor güler yüzlü bir evet oluyordu. Yıllar geçti, öyle çok yıl geçti ki, içinde söndü sandığın volkan patladığında bundan en büyük zararı sen gördün. Belki bir parça da en sevdiklerin. Kendin olamadığını farketmedin, farkedemedin, sana ait kocaman bir boşlukla yaşadın yıllarca. 

 Bu cümleleri okuduğunda kendinden bir şeyler bulacak öyle çok okurum olacak ki! 

 Yıllar önce kitabını imzalatmak için yanına gittiğim çokça yaşam tecrübesi olan bir gazateci yazara sorma fırsatım olmuştu, tüm yaşam deneyimlerinizin sonunda bana bir tavsiye verecek olsanız bu ne olurdu? diye. Aldığım cevap “Kendin ol!” oldu. Bilgelik öğretilerinin ortak çağrısı da  “Kendin Ol” değil midir zaten. Yaşamın sonunda en büyük pişmanlıklar yaşadıkları değil de yaşayamadıkları değil mi insanın? Kendin olamamanın bedeli bu pişmanlıkla göçüp gitmek değil mi? Ben bu hayatı yaşadım diyememek ne büyük bir sancı. Ve kendin olmak çabası ne büyük bir arayış. En büyük mücadele. Nasıl kaybediyoruz peki biz daha ben kimim diye bile soramamışken kendimizi. Ne oluyor da itaatkar, isyankar olma ikileminin arasında kayboluyoruz. Başta çerçevelediğim itaat kültürünün bir yaratımı itaatkar bireyken bir diğer yaratımı isyankar, ipe sapa gelmiyor, hiç söz dinlemiyor dediğimiz sonuçtur. İkisi de kendi olamamıştır. 

 Gözlemlerime  göre toplumumuzda ebeveynler olarak 3 temel hata yapıyoruz. 

 Birincisi; çocuklarımızı potansiyel düzeltilmesi gereken bir birey olarak görüyoruz. (Kendin olma diye bağırıyoruz.)

İkincisi; onu düzeltmek için çokça eleştiri, uyarı, tavsiye ve yargılama kullanmamızın onun yararına olduğunu sanıyoruz. ( Kendin olma diye boğuyoruz.)

Üçüncüsü; yetişkin bir birey olduğunda bile iletişimimizde iki yetişkinin olduğu bir modele geçemiyor ve ilk iki hatayı sürdürmeye devam ediyoruz. ( Sen yoksun diyen iletişimi bir ömür sürdürüyoruz.) 

 Kendi doğrularımıza yüzde yüz bağlanıyoruz. Hem de doğrularımızın doğruluğu üzerine hiç kafa yormamışken. Bildiğimiz, bildiğimizi düşündüğümüz her şey, tüm inançlarımız bir zamanlar bir yerlerden okuduğumuz ya da birilerinden duyduğumuz için bizimleler. Bazılarını yaşam tecrübelerimiz sonucu biz oluşturduk. Sonra da genelledik. Çocuklarımızı yetiştirirken ya da kendimiz olma çabamız sırasında her biri üzerinde bir sorgulama yapmak ve hala geçerli ve tutmam gereken bir inanç mı diye bakmamız yerinde olmaz mı? 

Sinemadan çıkan kalabalığın yüzünde bir hikayeye gırtlaklarına kadar gömülebildikleri için kendi mutsuzlarını unutan insanların huzuru vardı. Hem burada bu sefil sokaktaydılar, hem de orada, içinde olmayı hemen isteyiverdikleri o hikayenin içinde. Çok daha önce yenilgi ve acılarla boşaltılmış bellekleri, şimdi bütün hüznü ve hatırayı yatıştıran derin bir hikayeyle doldurulmuştu. ( Kara Kitap, syf 203 )

 Orhan Pamuk’un bu cümleleri kendi olamayan insanın kendini yatıştırma ihtiyacını vurguluyor. Bazen bir sinema filmiyle, bazen okuduğumuz bir romanın sayfaları arasında kendimizi yatıştırıyoruz. Başka başka şekillerde ama mutlaka kendimizi olmadığımız kendimizden kaçmak için yatıştırıyoruz. Bağımlılıklarımızın hepsi, düzen takıntımız, titizliğimiz ya da pasaklılığımız, cimriliğimiz ya da alışveriş tutkumuz hepsi bir parça huzur için.

 Ebeveyn yanımıza dönecek olursak; şunları söylemeden bitirmek istemiyorum. İçimize gelip oturmuş bu huzursuzlukla mücadele etmek bizim sorumluluğumuz. Kendinizi yeniden inşa etmemizin yolu çocuklarımızı değil kendimizi düzeltmekten geçiyor. Çocuğumuza kendi hedeflerini koyarken, kendi yolunu yürürken ancak ve ancak sığınacak bir liman, huzuru koklayacağı bir huzur adası olabiliriz. Siz çok geç olduğunu düşünseniz de kendi yaşamınız için kendiniz için hedefler koyun ve kendinizle kavuşmanın yollarını arayın. 

 Ve her gün onunla -ona ders vermek için değil- onu duymak için sohbet etmeyi öğrenin. Sohbet sandığımız şey çoğunlukla ikinci hata olarak bahsettiğim döngünün tekrarından ibaret kalıyor. Yani sohbet ettiğimizi sandığımız anlarda yine ona eleştiri, yargılama ve tavsiyelerle yaklaşıyoruz. Sevgili Doğan Cüceloğlu “Sohbet” ile ilgili bir kitap hazırlığından bahsetti. Ne kadar mutluyum anlatamam. Ben sabırsızlıkla bekliyorum. Siz de takip edin olur mu? 

Yine de en güzel sohbetleriniz kendinizle olsun…

Sevgiyle kalın,

Tüm yazılarını göster