GÖREVİMİZ: İKNA!

Kendimi ikna edemedim, tek başına anlamlı ve yeterli bir sebep gibi görünmedi bana. Bir şekilde harekete geçemedim, ikna olamadım. Ama şimdi pişmandım.

EZGİ KAYGISIZ ezokaygisiz@gmail.com

GÖREVİMİZ: İKNA!

Geç kalıyordum.

Hazırlanmaya çalışıyordum ama doğrusu aklımdan geçenlerin de pek bir yardımı dokunmuyordu.

Bu bluzu alırsam, yüksek bel kot pantolonumla biliyorum ki çok güzel kombinleyebilirdim. Üstelik fiyatı da markaya göre şaşırtıcı derecede uygundu. Ama almayacaktım.

Kendimi ikna edemedim, tek başına anlamlı ve yeterli bir sebep gibi görünmedi bana. Bir şekilde harekete geçemedim, ikna olamadım. Ama şimdi pişmandım. Bu pantolon ile ne de güzel yakışırdı! Neden ikna olamamıştım sanki?

Bir doğum günü partisine hazırlanırken dolabımı boşaltmış, tüm gün ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum. Son giydiklerim de pek iç açıcı değildi; aynadaki yansımam bana burun kıvırdı: “Sence, oldu mu?”

En sonunda pes ettim ve siyah elbisemi giymeye karar verdim; klasik! Hem ilgi odağı ben olmayacaktım, değil mi? Doğum günü kızı olacaktı. Saçlarımı apar topar bir maşa yaptım. İşte; artık hazırdım!

İkna olmuştum. Risk almadan, her zaman uyguladığım ve bir zamanlar yeni olan formül ile! Ama artık yeni formüller denemiyordum, artık sadece alışkanlıkları ve güvenli yolları deniyordum. Birden bu yeni benden pek bi’ sıkıldım; risksiz, aynı, fayda sağlamayan...

Doğum günü partisi kalabalık ve gürültülüydü. Ben, yine her zamanki içecekten sipariş verdim. Her zaman ne yapıyorsam onu yaptım; gülümsedim, sohbet ettim, bir dilim pasta yedim ve eve yollandım. Eğlenmek ne zaman bu kadar sıkıcı hale gelmişti? Neden farklı şeyler giyemiyor, çılgınlar gibi dans edemiyor ve farklı şeyler içemiyordum? Kendim üzerinde hiç kontrolüm yoktu. Sevmediğim ve tat alamadığım kararları uyguluyordum. Bu kararları da ne zaman almıştım? Arkamdan iş mi çeviriyordum?

 Farkında olmadan farklılığı reddeden bir kişiliği beslemişim. Kendimi ikna edemeyişim, “güvenli” tercihlerden vazgeçmeyişim hep bu sebepten; ben önce kendim emin değilmişim, önce kendimi ikna etmeliymişim!

 İnanmadığım ve daha kendim emin olmadığım, kendimi ikna edemediğim bir şeye, başka birini nasıl ikna edebilirim ve bu ne kadar ikna edici olur? Ya da ne kadar etik olur? Kendimi yeni şeylere kucak açmaya ikna ettiğimde çok zaman geçti; bu süre zarfında hep aynı yerlere tatile gittim, hep aynı restorandan yedim, hep aynı renk kıyafetler giyindim. Ama artık sanırım kavramıştım. Hiçbir şeyde, artık ”güvenli” diye bir şey yok, her şeyde biraz risk var; her zaman yaptığımız tercihlerde bile.

 Ben, siyah renk seçerken pembeden, maviden, yeşilden vazgeçmiştim. Ege sahillerinde her yıl güneşlenirken, Akdeniz’den vazgeçmiştim. Her tercih bir vazgeçiştir. Ama birazdan önüme gelecek içecek benim her zamanki tercihim olmayacak. Ama zaten olmasın! Şimdi yeni yerler, yeni insanlar ve yeni hatalar zamanıydı. Denemeden bilemezsin. Hem belki seveceğim, belki de sevmeyeceğim. Ama en azından deneyeceğim.

 Bir şeyde, başka birini ikna etmek ve inandırmak istiyorsanız, önce kendiniz emin olmalısınız. Yeni şeyler deneyimlemek gözünüzü korkutmasın. Çocukken hepimiz cesurduk ve kendi dünyamızda birer süper kahramandık. Şimdi sadece izleyiciyiz. Gökkuşağının renklerine bakma; gör ve hisset! Kendini hissetmeye ve yaşamaya ikna et. Çünkü biliyoruz ki hepimiz isteyince epey ikna edici olabiliyoruz.

 Ve artık biliyorum ki “mavi renk kokteyl” bana göre değilmiş ama önceden bunu bilmiyordum, değil mi?

Tüm yazılarını göster