DÜŞLER VE DÜŞÜNCELER HAPİSHANESİ

 İç sesim bazen bana karşı hiç nazik olmuyordu, onun buyurgan ve zorba tavrı beni olmadığım ya da olmak istemediğim birine dönüştürüyordu. Kendi kısıtlama ve kurallarımı geliştiriyordum adeta.

EZGİ KAYGISIZ ezokaygisiz@gmail.com

Düşler ve Düşünceler Hapishanesi

 Yapamayacağımdan oldukça emindim aslında.

 Çünkü daha önce de yapamamıştım.

 Şimdi ne değişecekti ki?

 Üniversitede sırf kredi tamamlayabilmek adına hiç istemediğim ve kimsenin tercih etmediği ve nedense hocasının da sevilmediği bir derse kaydolmak zorunda kalmıştım. Tanrım, ders gerçekten korkunçtu! Ama herkes, herkesten bir şeyler öğrenir, değil mi? Yıllar sonra o hocayı kendi şehrimde gördüğümde -beni dersinde ziyadesiyle tanımasına rağmen- elbette kim olduğumu hatırlayamamıştı. Ama ben onu hatırlıyordum ve dersinde sorduğu, o hiç unutmadığım sorusu yine zihnimde belirmişti: “Özgür müyüz, özgür olduğunuzu düşünüyor musunuz?”

 Hayır, özgür olduğumuzu kesinlikle düşünmüyordum ve bunu derste söylemiştim aklıma gelen en küçük, en basit somut, kanıtlanabilir örneklerle açıklayarak. Ve özgürlüğün harika bir şey olduğunu düşünüyordum ta ki bir başkasının özgürlüğüne müdahale etmeyene dek özgürce yaşayabilirdik. Ama hayır, kesinlikle özgürce yaşayabildiğimi, yaşayabildiğimizi düşünmüyordum. Biz kalıplara, rollere, toplumsal baskı ve kurallara göre yani başkalarının fikrine göre yaşıyorduk; başkalarının bize dayattıklarıyla.. Zihnimizin iktidarında biz yoktuk.

 Oysa özgürlük güzeldi, kimseye zararı dokunmadan kendi renklerimizle yaşamak güzeldi ama bugün en basitinden giyeceğimiz kılık-kıyafette, geç saatte dışarıda bulunmamaya çalışmakta hep başkalarının varlığı kararımızı etkilemekte ve bunlar sadece ilk akla gelen en basit örnekler. Tuttuğumuz spor takımını, üyesi olduğumuz grupları bile söylemeye cesaretimiz yok ya da çekinerek söylüyoruz çoğu zaman yani özgürce dile getiremediğimiz yıllardır aşikar. Ama bu süreçte başka bir şeyi keşfetmiştim: İçimde dur durak bilmeden konuşan birini; kendi iç sesimi!

 İç sesim bazen bana karşı hiç nazik olmuyordu, onun buyurgan ve zorba tavrı beni olmadığım ya da olmak istemediğim birine dönüştürüyordu. Kendi kısıtlama ve kurallarımı geliştiriyordum adeta. Üstelik bu sefer başkalarının yardımı olmaksızın! Kendi zincir ve demir parmaklıklarımla zihnimde hiç de modern olmayan bir hapishane inşa etmiştim kısa bir sürede. Duvarlarım vardı, aşamıyordum! Bazı şeylere cevabım kesin ve netti ve bu biraz ürkütücüydü! Korkunç davranış kalıpları oluşturmuştum. Bunların çoğu olumsuz ve düşünülmeye açık olmayan sert tutumlardı. Güzel özgürlük bunun neresindeydi?

 Beni engelleyen bazı şeyler vardı. Maddi ve manevi olguların da çok ötesinde, sanki aşılamaz gibi duran kaba duvarlar! Hayallerimden koptuğumu hissettim. Sanki artık bazı şeyleri yapamazdım, çok geçti. İçimdeki ses bana talimatlarını sert bir şekilde aktarmaya devam ediyordu. Ama neden yapamıyordum? Mesela neden yeni bir dil öğrenemeyeyim? ‘Artık eskisi kadar genç değilsin’, diyordu iç ses. Yeni bir hobi peki? Her zaman tekrar şan dersine dönebilirim diye düşünmüştüm hep.. ‘Saçma, iş-ev zaten yorucu, sana yararı yok, buna vaktin de yok!’, diye azarlamıştı bir defasında iç ses beni.

Zamanla zihnimde bazı şeyler bu şekilde oturdu ve durum hiç iyiye gitmiyordu. Kendim gibiydim ama aynı zamanda kendime hiç de benzemiyordum. Başkalarına davranışlarım da bu ölçüde değişmişti; zihnimdeki ses beni sürekli yönlendiriyordu. İnsanlara ‘yaşını, mesleğini, memleketini’ sorup, kafamda bir yere oturtup, onu bu saçma sorularla tanıdığım izlenimine kapılıyordum. Durum çok vahimdi. Kim bana yardım edebilirdi ki?

 Ben. Ne zaman ki birinin ‘yararlı bencillik’ edip, üst sıraya kendisini koyması gerektiğini fark ettiysem, o zaman tüm benliğim bana geri döndü. Ben mutlu değildim ve kendime yardım edebilecek tek kişi yine bendim! Tuhaf, değil mi? Engelleri kendimin koyduğunu düşünürseniz.. Ancak kendini seven, mutlu olabilen ve kendini olduğu gibi kabul edebilen bir insanın diğer canlı ve cansız varlıkları sevebileceğini ve mutlu edebileceğini anladım, işte o zaman gerçekler zihnimdeki dağınık odaları düzenlemeyi bana şart koştu. İşte orada beni şefkatle saran diğer iç sesi duydum, daha önce kulaklarımı kapadığım, farkına varmadığım iç sesi! Ben sadece bana eleştirel ve zalim davranan, o beni engelleyen iç sesi açmış ve onu dinleyerek kendimi engellemiştim. Kendi özgürlüğümü ve hür irademi! Düşmanın nereden geldiğini görüyorsunuz, değil mi?. Nihayetinde kendime engeller koyan yine kendimdim.

 Sonrası büyük bir yıkımdı. Ama olumlu anlamda.. Artık zihnimi işgal eden o hapishanenin varlığı yoktu. Kendime şefkatli ve sevgiyle yaklaşırsam, öz farkındalık, motivasyon ve bilinçle her şeyi yapabileceğimden emindim. Kendi kendimi destekliyordum ve kendime olan inancım, güvenim yerindeydi.

 Başkalarının bize nasıl davrandığıyla ilgili haklı endişelerle boğuşurken, bizim kendimize nasıl davrandığımız hep geri planda kaldı. Ruhumuz aç kaldı, yıprandı ve sonuçta mutsuz nesiller yetişti. Kendinize bu yüzden ‘gerçekten’ iyi bakın. Çünkü mutsuzluk bulaşıcıdır.

Tüm yazılarını göster