12 Eylül’den 39 yıl sonra zulüm günlerini Ulucanlar Cezaevi’nde tekrar yaşadılar
12 Eylül Darbesi Döneminde Ulucanlar Cezaevi'nde Yatan Taş Medreseli Ülkücüler Genel Başkanı Naim Yanık Ve Genel Başkan Yardımcısı Ömer Girgeç, 39 Yıl Sonra Yaşadıklarını Cezaevinin Koridorlarında İha'ya Anlattı.
Abone ol12 Eylül darbesi döneminde Ulucanlar Cezaevi’nde yatan Taş
Medreseli Ülkücüler Genel Başkanı Naim Yanık ve Genel Başkan
Yardımcısı Ömer Girgeç, 39 yıl sonra yaşadıklarını cezaevinin
koridorlarında İHA’ya anlattı.
12 Eylül öncesinde siyasi davalardan yargılanan ve çeşitli
dosyalardan birçok ceza alan Taş Medreseli Ülkücüler Genel Başkanı
Naim Yanık ve Genel Başkan Yardımcısı Ömer Girgeç, o dönem
yaşadıklarını bir dönem yattıkları Ulucanlar Cezaevi’nde anlattı.
Balgat olaylarından dolayı yargılanan ve müebbet hapse çarptırılan
Naim Yanık, “6 kişiydik, Mustafa Pehlivanoğlu isimli bir
arkadaşımız idam edildi. Diğerlerimiz çeşitli cezalar aldık.
Cezamızı yattık ve 1991 yılında çıktık. Hayata yeniden başladık”
diye konuştu.
“12 Eylül silindir gibi ülkücü hareketin üzerinden geçti” diyen
Yanık, “Haksız yere, hukuksuz yere, bu cezaevi, topraklar,
bulunduğumuz yer şahittir 3 tane arkadaşımız suçsuz yere asıldı.
Zaman geçtikten sonra ‘eyvah, pardon’ dendi ama iş işten geçmiş
oldu. Gencecik insanlar, 17, 18, 20 yaşındaki çocuklar idam edildi”
ifadelerini kullandı.
Kendilerini 12 Eylül mağdurları olarak nitelendirdiklerini
belirten Yanık, “Bu işte kaybeden Türkiye Cumhuriyeti oldu.
İhtilallerle Türkiye’nin önü kesildi. Dünün zulasında saklı olarak
duran örgütler 12 Eylül’den sonra darbe yönetimiyle birlikte tekrar
ivme kazanarak yeni badirelerin olmasına, 15 Temmuz’a gelmemize
sebep olmuştur. İhtilal bitirmiş, eski defterleri, yaraları
kapatmış ve yeni ufuklar açmış değildi Türk milleti, yeni dertlerin
açılmasına vesile olacak dertleri tekrar hazırlamıştır. Bu
cemaatler için de geçerlidir, örgütler için de geçerlidir,
özellikle PKK için geçerlidir. 12 Eylül’ün en büyük müsebbibi
PKK’yı ortaya çıkarmasıdır” şeklinde konuştu.
Cezaevine girdiklerinde koğuşlarda 140-150 kişi kaldıklarını ve
yataklarda çifter çifter uyuduklarını aktaran Yanık, “Bugünkü
gardiyanlar neyse, dünkü gardiyanlar da oydu. İnsandı velhasıl
kelam, eğitim görmedikleri için kabaydılar belki ama herkes
vazifesini yaptı. Gardiyanlar da vazifesini yaptı, bizler de
vazifemizi yaptık. Bizim de onlardan aşağı kalır tarafımız yoktu.
Kimseye de boyun eğmedik” dedi.
"Bugün gerekirse aynı şeyleri yaşarız"
Asıl mağdurların anne ve babalar olduğunu belirten Yanık,
“Cezaevlerinde bizlerden çok dışarıda kapı önünde eşya getiren,
para pul getirmek için mücadele veren, yaz demeden kış demeden
cezaevleri önünde sıra bekleyen analarımız ve babalarımız,
mağduriyeti onlar yaşadı. Biz pişman mıyız? Yok. Bugün gerekirse
aynı şeyleri yaşarız. Bu bayrağın inmemesi, bu ezanın dinmemesi
için yaparız” dedi.
İnsanoğlunun her şeyi unutabileceğini söyleyen Yanık, “Rabbim
ölümü dağa taşa vermiş kabul etmemiş, insan ölümü kabul etmiş.
Arada Karşıyaka Mezarlığı’na gidiyoruz, üst kısmı mahalle, alt
tarafta millet ağlaşıyor, üst tarafta millet oynuyor. Hayat böyle
bir şey yani, pişmanlık duymanın ‘ah, vah’ demenin alemi yok. Kul
kaderini yaşar. Biz bunları yaşayacaktık. Taşıyacağımız yük oydu,
biz o yükü taşıdık. Biz, bizden sonra gelecek nesil bu ağır yükü
taşımasın diye mücadele etmeye devam ediyoruz” diye
konuştu.
"Devlete küskünlük olmaz, biz devlet için varız"
12 Eylül darbesi yaşanmadan hüküm giyerek cezaevine giren ve bir
dönem çeşitli cezaevlerinde yatan Ömer Girgeç de, o dönem
cezaevinde görüşe gelen aile bireyleri ile görüşmenin zorluklarını
anlatarak, “Belirli saatlerde görüşebiliyorsunuz. Her zaman görüşme
şansınız yok. Ziyaretçileriniz karşı tarafta, siz buradasınız.
40-50 kişinin hep birlikte sevdiklerini görmeye çalıştığı, sesini
duyurabilirse duyuracağı bir ortam, burası işkencenin diğer bir
hali. Rahat rahat görüş diye bir şey yok. Görüşürken arkadaşlarınız
sizi koruyacak, arkanızı korumanız gerekiyor” ifadelerini
kullandı.
12 Eylül öncesinde ülkücülük ya da solculukta herhangi bir çizgi
olmadığını söyleyen Girgeç, “Ailemizden gördüğümüz inanmışlık,
milliyetçi muhafazakar bir aile yapısında olduğumuz için o kaos
ortamında olmamız gereken yer ülkücü hareketin içinde ama
ülkücülüğün ne olduğunu dışarıda yaptığınız mücadelede anlamak
mümkün değil, bilmiyorsunuz. O anarşi ortamında, evlerinize
bildiriler atıyorlar, dininize laf söylüyorlar, sizde bir yerde
duruş sergiliyorsunuz. Neticede bu bir mücadeleye dönüşüyor. Bu
mücadelenin silahlı kavgalar, siyasi olaylar neticesinde
cezaevlerine düştük. Silahlı olaylar neticesinde cezaevlerine
düştük. Düştükten sonra neden düştüğümüzü öğrenelim diye. Epeyce
bir okuma neticesinde ülkücü olduğumuzu anladık. Ülkücülüğün
kitabını biz cezaevlerinde okuduk. Savunduğumuz ideolojinin
teorisini cezaevlerinde gördük. Dışarıda ameli eğitimini yaptık”
şeklinde konuştu.
13 ayrı dosyadan yargılandığını ve idam sehpasından döndüğünü
ifade eden Girgeç, 400 sene ceza aldığını, cezayı aldıktan sonra
idam cezası almadığı için sevindiğini söyledi. “Zaman her şeyin
ilacıdır” diyen Girgeç, “Bugün buradayız. Karşınızdaki fotoğrafta
yaşıyorum. Oradan buraya, karşıdaki fotoğraf 39 senelik, bizden bir
şey götürdü mü? Belki fiziki olarak götürdü. Ama ruh olarak hep
aynıyız. Bugün Türkiye Cumhuriyeti için, devletimiz için devlete
küskünlük olmaz. Biz devlet için varız. Devlet, her zaman 18
yaşındadır. Bazen uyuyor gözükür ama uyumaz. Devletinize
küsmeyeceksiniz, idam edebilir, yanlış insanların eline geçebilir o
güç, bu yanlış insanların ellerine geçti diye devlete küsemezsiniz.
Ülkücü hareketin temelinde devlete itaat vardır. Ben devletimin
hiçbir şeyini sorgulamam ama ona itaat ederim” dedi.
"Mamak zulmün kalesiydi"
Cezaevinde yattığı dönemde gardiyanların acımadan kendilerine
saldırdıklarını belirten Girgeç, “Gardiyanlar, korku filmlerinde
seyrettiğiniz gibi ama içerisinde vicdanlı insanlar yok mu var
ancak örneğiniz hep kötü. O zaman iyi olanlar ise istisnaydı. 12
Eylül’den sonra gardiyan diye bir mefhum yok, asker var” diye
konuştu.
Mamak Cezaevi’ni “zulmün kalesi” olarak nitelendiren Ömer
Girgeç, “Asker acımasızca çocuklara saldırıyor. Sana zulüm ediyor.
Ben beş sene Mamak’ta yattım. Mamak zulmün kalesiydi. Böyle bir
zulüm yeryüzünde görülmemiştir. Yaşadıklarımı anlatsam siz
inanmazsınız. Anlatmaya başlasam yaralarım depreşecek. O dönemleri
zamana gömdük kaldı. O zamanlar bize yapılanlar kabul edilecek
şeyler değil. Bazen terbiye müsaade etmez anlatacağımız şeylere,
çok zulüm ettiler” ifadelerini kullandı.
Koğuşun üst kısmında gardiyanların gözetleme pencereleri
olduğunu ve zaman zaman gözetlendikleri yerden yiyecek atıldığını
söyleyen Girgeç, zaman zaman gözetlendikleri yerden et vb.
yiyeceklerin koğuşa atıldığını kaydetti. 12 Eylül dönemi bittikten
sonra rahatladıklarını anlatan Girgeç, “1986-1987’den sonra biraz
daha rahatlama, sivil otoritenin biraz daha yerleşik düzene
geçmesiyle cezaevleri rahatladı. Ama 1979-1986 süreci korkunç bir
işkence dönemidir. O dönem tez konusudur aslında, üniversitedeki
hocaların bunu kesinlikle işlemesi lazım” dedi.
Cezaevindeyken ruhen sıkıntılı süreçler geçirdiklerini anlatan
Girgeç, “Mustafa Karaca isminde bir arkadaşımız vardı. Karar
mahkemesine çıkacak ve idam alması kesin, her mahkemede de babası
geldiği için ‘gideceğim idam alacağım da inşallah babam gelmez,
idam aldığımı duymaz, iyi olur’ dedi. Hazırlandı, mahkemeye gitti.
Döndüğünde seviniyordu. Ne oldu dedim. ‘İdam cezasını aldım da
babam gelmedi, idam aldığımı da görmedi’ dedi. Bilmiyor ki
televizyonlar idam alanları haberlerde söylüyor. Bir ay sonra açık
görüş var. Döndü morali bozuk, meğer babası mahkemeye gelirken
trafik kazasında hayatını kaybediyor. O günkü haberler aynen şu
şekilde; ‘Bursa davası sanıklarından Mustafa Karaca idam cezasına
çarptırıldı. Bir sonraki haber ise, Hatay’dan Ankara’ya gitmekte
olan otobüs kaza yapıyor ve Hamit Karaca hayatını kaybediyor.’ O
evdeki hali siz bir düşünün, bizim yaşadıklarımızdan sadece bir
tanesi bu” şeklinde konuştu.