ZAMAN VE BİZ…

Devir devir baktığımızda dönemlerin aralarında uçurumlar görüyoruz. Gerek örf olsun, ahlak olsun, yaşam tarzı olsun, ilişkiler olsun, yemek kültürümüz olsun her şeyde büyük bir değişim sözkonusu. Nasıl bu kadar hızlı dönüşüm yaşar bir toplum tabi bu da işin gizemli tarafı.

Anadolu sofralarından fasd food atıştırmalarına çevrildi yemeklerimiz. Artık sofra başında çocuklarıyla sohbet ederek yemek yemeye hasret bir geçmiş varken, aile beraberliğini belki de hiç tadamayacak gelecek var önümüzde.

Halbuki o sıcacık çorbalarımızda sevdiklerimizle olan beraberlik bizlere neler katıyordu. Toplum bilincini orada öğreniyorduk. Empati yeteceğimiz gelişiyordu. Adalet duygumuz oluşuyordu. Kanaatin zenginliğini yaşıyorduk. Paylaşmayı, sosyal uyumu anlıyorduk. Birlik ve beraberliğin güvenini hissediyorduk. Anneliğin o muhteşem merhametini orada görüyorduk. Kendi tabağına az koyup, evladını tercih ederken, o güzel insanın bizlere işlediği şey, fedakarlık duygusunun inceliğiydi. Ve bunun huzurunu o cennet kokusu annelerimizin yüzünde izliyorduk. Baba bize devlet gibi gelirdi. Yönetimi, çalışma biçimini, idareyi ve hayat okulunu onda okuyorduk.

Ama şimdi öyle mi! Dışarıda yaptığı birkaç atıştırmayla eve gelen bir nesil, gelir gelmez odasına çekilip kimseyi görmek istemeyen, toplumdan kopuk, internet ve teknoloji çocukları yetişiyor. Komşu ilişkileri zayıf, akraba ile görüşmeleri az, arayıp sormaktan üşenen bir nesil.

Sahte ve samimiyetsiz duygular, gülücükler, kalıp konuşmalar, önceden çat kapı giderken sevdiğimizi ziyarete, randevusuz kabul edilmeyen misafirlikler ve daha çok üzücü ve yıpratılmış ilişkiler. Daha bu hamur çok su götürür, ben az yazıyorum siz çok anlayın..

Peki nasıl bu hale geldik?  Ne oldu bizlere ki, ilişki sancısı çeker olduk? Ve o güzel yaşam kriterlerimizi kaybettik. Benim bu konu hakkındaki acizane görüşüm şu ki; bizi bu tarza sokan faktörlerin içinde; ben merkezli eğitimler, izlenen dizi- film, reklam ve müzik içeriklerinde yönlendirme teknikleri ile yapılan soğuk savaşlar ve internet dalgalarıyla gençliğe ulaşan algı operasyonları ile bilgi kirliliği. Yalan ilimlerle doldurulmuş bir dünya kopya beyinler..

Bunları kuvvetlendiren diğer can alıcı faktör ise; gıda sektörü. DNA’sıyla oynanmış yiyecekler ve içecekler. Bunlarla düşünme ve sorgulama iç güdülerimizin yok edilmesi. Ve bunun için olmalı ki, başımızın ucunda işlenen cinayetlere karşı tepkisiz kalabiliyoruz. Tabi bu da bizim vicdan düğmelerimizin bozulduğunu göstermekte. Çünkü, içimizde sinyal verip, insanlığımızı harekete geçiremiyor.

Ve görüyorum ki, bu düz yapı sistemde ilerlememizi isteyen ve bu yöndeki çalışma projelerini bizlerde deneyen kesim hedefine ulaşmış. Hemen ümidinizi kesmeyin. Bunu değiştirmek de gene bizim elimizde, biz izin vermediğimiz müddetçe kozlarını üzerimizde oynayamazlar.

Bunun çözümü ise, gerçek tarihi bilgilerle verilen eğitim kalitesi, dizi, film, reklam ve müzik içindeki gizli bilinç altı savaşlarına dikkat etmek, internetteki her habere inanmayıp, güvenilir ve gerçek haber sitelerine baş vurmak, din ve dünya ilimlerinden doğru bilgiyi öğrenmek. Yemekler ve içeceklere gelirsek, her zaman yerli ve organik beslenmeye dikkat etmek. Fasd food türü beslenmeden kaçınmak. Güzel Türkiyemizin, güzel geleneklerini sürdürerek geleceğe taşımak..

Unutmamalıyız ki, her şey boğazdan başlar ve karakterimizin oluşumunda her ne kadar eğitimin tesiri varsa da yediklerimizin de büyük bir rolü vardır.

Dış düşmana dikkat ettiğimiz gibi görsel ve gıdasal düşmanlara da dikkat diyorum. İç dünyamızı şeytan ve adamlarından korumamız temennisiyle… Sağlık ve huzur da kalın, sevgilerle…

 

 

 

 

Yorumlar