Yaşam İçindeki Yolculuğumuz: Duygu Dünyası

 İşte o zaman rol yapman gerekmez yani kendinle başbaşa kaldığın o uykudan önceki anlar; hani uyumak için odana çekildiğin o anlar..

 Bazen efsunlu bir şarkı eşlik eder başını yastığa koyduğunda daldığın o derin düşüncelerine, bazense sadece düşünür, durursun ta ki uyku seni kucaklayana dek..

 Ama en çok pişmanlıklar linç eder seni, o derin düşüncelerden en derini olan pişmanlıklar.. Bazen yapamadıklarımız mı yoksa yapabilmeyi umduklarımız mı bizi en çok yaralar bilemeyiz. Ama uyku öncesi işte en çok kendimizle başbaşa kaldığımız bu nadir, kıymetli anlarda sorgularız hayatımızı; geçmişimizi, şu anımızı ve geleceğimizi. Ya bulamazsak o içimizdeki yaşam cevherini; hani herkesin bu gezegene gelmesindeki o gaye var ya işte onu..

Bazen kendimize aşırı yükleniriz, gereksiz yere suçlarız her şeyi, herkesi.. Eğer dinlemesini bilmezsek o anlarda kendimizi, yabancılaşırız da kendimize ve gayesini bulamamış bir insanın öfkesi yayılır her şeye, herkese. O duygu önce bizi bitirir, sonra sevdiklerimize zarar verir. Bizi biz yapan da aslında en çok bu soyut hazine olan duygular değil midir? İşte dengeli bir şekilde duyguların sesine kulak verebilirsek eğer, duyguların esiri olmak yerine onları yönetebilirsek, duygusal zekayı anlayabilirsek ne iyi olur! Duygular bir yol çizer, akıllı bir birey bu yolu bulur ve kulak verdiği sürece dengeyi koruyarak, yolculuğu süresince bir sıkıntı yaşamaz. 

 Oysa biz sevgiyi de, öfkeyi de, nefreti de kimi zaman bastırdık, kimi zamansa kontrolden çıkmasına izin verdik; içimizde ya da uç noktalarda yaşadık. Doğruluk ve dürüstlük erdemine ne oldu? Duygular hala terk edilmiş bir zihin adasında zincirli.. Bizi rahatsız eden şeyleri söyleyemememiz, kendimizi anlamamızı sağlayan iç sese kulak vermememiz, duygularımıza bir zincir daha vurdu oysaki.. Duygular soyuttur ancak yaşar. Onlara kulak asmamak, görmezden gelmek ve bastırmaksa nihayetinde sadece zarar verir. Bu ister sosyal hayatta olsun, ister iş hayatında.. Gemi su alıyor ve önlem alınmazsa o duygu dünyası bizi boğacak. Yönetmek yerine altında kalmayı seçmek pek akıllıca bir karar olmaz sanki, değil mi?

 İnsanlara ne hissettiğinizi doğrudan söyleyin. Ama burada tabii ne söylediğiniz değil, nasıl söylediğiniz önemli. Burada kesinlikle hata yapmamalısınız; net olun ancak üslubunuza, kullandığınız kelimelere ve ses tonunuza da dikkat ederek doğal ve samimi davranın. Eğer yine de sorun yaşanıyorsa, en azından en değerli şeyi yani zamanınızı kaybetmemiş olacaksınız ki sonuçta bir delik var ise zaten nihayetinde bir gün ortaya çıkmış olacaktı. Kendinizi sevin ve saygı duyun; istediklerinize kulak verin, kendinizi tanıyın. Bunun için de duygularınızı dinleyin. Kendinizle başbaşa kalmak elbette sağlıklı; her bireyin ihtiyaç duyduğu bir şey ve işte bu anlarda pişmanlıklar ve geçmişteki üzücü olayları düşünüp, bunlara takılmak yerine duygularınızı olaylar nezdinde ele alarak kendinize sorular sorun, duygularınızı anlamlandırın ve yönetin. Kolay değil belki ama kürsüde kendinize söz hakkı tanıyın. Duygular yaşar dedik ya işte ölebilirler de ve nedense en çok öldürdüğümüz duygu da ‘sevgi’ olagelmiştir, beslediklerimizse kin, nefret ve öfke. Sevgisiz kalan biri ise, en tehlikeli canlı türüdür. Sevgi tüm insanlığın umududur. 

 

Yorumlar