Google'dan Aysel Gürel sürprizi! Türkiye'nin ilk anarşist kızı Aysel Gürel Doodle oldu!
Google, ünlü söz yazarı Aysel Gürel'i unutmadı! Google doğum gününe Aysel Gürel'e özel logo hazırladı? Aysel Gürel kimdir? İşte ünlü söz yazarı Aysel Gürel'in renkli hayatı
Abone olGoogle, ünlü söz yazarı Aysel Gürel'i unutmadı! Aysel Gürel doğum gününde Aysel Gürel Doodle oldu!
Aysel Gürel kimdir? İşte ünlü söz yazarı Aysel Gürel'in renkli hayatı
7 Şubat 1929 tarihinde, aynı zamanda Sezen Aksu’nun da doğum yeri olan, Denizli Sarayköy’de doğdu. Çocukluğunun ilk yılları Denizli’de geçti. Babası hâkim Ali Rıza bey, annesi ebe Kamile Kezban hanımdır. Daha sonra annesinden “Annem Türkiye’nin ilk Kadınlar Birliği üyesi, çarşafı ilk atanlardan” diye söz edecektir. Sekiz yaşındayken aile Çorum’a taşınır. Daha o günlerde ‘Deli Aysel’e çıkmıştır adı. ‘Deli Kamile’nin kızı deli Aysel’ diye bahseder komşuları. Babası oyalansın diye bir kuzu alır. İlk şarkısını ‘Mido’ adını verdiği bu kuzuya yazacaktır.
Bir süre sonra Trabzon’a çıkar babasının tayini. Çocukluğu
dört katlı bir Rum konağında geçer. Ailenin en küçüğüdür. Her zaman
övgüyle bahsettiği İhsan adlı bir ağabeyi ve Ahsen adlı bir ablası
vardır.
Aysel Gürel’in kişiliğine damga vuran olaylar da bu dönemde,
Trabzon’da yaşanır. Mahalle baskısından bunalan genç kızların
geceleri ay ışığı altında el ele tutuşarak elbiseleriyle denize
girdikleri ve sonra bir anafora kapılıp birlikte can verdikleri,
ertesi gün bir namaz vaktinde musalla taşlarına yan yana
dizildikleri Trabzon’da…
Yüzmeyi çok sevdiğini anlatır hep. Ama o Trabzonlu kızlardan farklı
olarak gündüz vakti ve mayoyla girmektedir denize. Trabzon’dan
Sivastopol’a yüzmek istediği için 8 kez boğulma tehlikesi
geçirmiştir:
“Ben yüzücüyüm. Karadeniz’de büyüdüm. Karadeniz, bir adım attıktan
sonra üç insan boyu olur. Sekiz kere boğuldum, suni teneffüsle
hayata döndürdüler. Ağzımdan kanlı köpükler, kumlar gelerek…
Karadeniz’de lamboz dediğimiz anaforlar var. Çoğu arkadaşım daha on
dört, on beş yaşlarındayken o şekilde boğuldu. O nedenle sabahları
vurgun yemiş gibi uyanırdım. ‘Gitti Kebire gittii, Semiha gittii’
çığlıklarıyla, tahta teneşirlerin üzerinde upuzun saçları arkadan
sarkmış yıkanırken seyrettim bir çok arkadaşımı. Hepsi bakire
olarak, öylece gittiler.”
Daha sonra bir çok şarkısında geçen ‘vurgun’ kelimesinin o
günlerden kaldığını anlatacaktır
Mahalle kitaplarda anlatılanlara benzemez
Klasik, müzik dinleyen, cumhuriyet balolarına giden
modern bir ailede büyümüştür. Ama taşra boğucudur: “Muazzam bir
kütüphanede emeklemeye başladım ben. Ancak kitaplarda anlatılan
şeylerle, mahallede anlatılanların birbirine benzemediğini gördüm.”
Ünzile odur işte. Köyün son çitine gitmeye korkar, çünkü dünyanın
orada bittiğine inanır.”
Bu yüzden erken yaşta deli olmaya karar verir:
“33.000 nüfuslu bir vilayette büyüdük. Çocukluk yıllarında
bulunduğum yerde kocakarı kültürü vardı. Bütün şehri sarar bu
kültür. Yeni yetişen genç kızlar ve erkekler hakkında türlü
hikayeler uydurulur. Fotoğrafçının kızı hastaneye kaldırılır,
apandisti alınır. O kocakarı kültürü destan yazar. Kız hamile
kalmış, aldırmış. Ben çok okuduğum için bundan nasıl kurtulurum
diye düşündüm. Deli rolü yaparsam kurtulurum dedim.”
Kuyruklu piyano var ama ekmek yok
Hali vakti yerinde bir ailenin kızıdır aslında, “Zengin bir
ailenin el bebek gül bebek, şımarık bir piçi olarak büyüdüm”
diyecektir yıllar sonra. Ama ailesinden kalanları satıp satıp
yemiştir. Müjde Ar şunları anlatıyor:
“Biz çocukken babadan kalma Rum evleri varmış, onları satıp satıp
yerdi. Ev satıldığı vakit gider kuyruklu piyano alırdı ama evde
kimse piyano çalmayı bilmezdi. Sonra tabii açlık başlardı. Bir
defasında çok parasız kaldık, su saatine giden kurşun boruları
sattı.”
Babasından kalan 3 aylık emekli maaşı ile geçinmeleri zordur.
Mehtap Ar ise o günlerden “Karagümrük’te, demir ve torna atölyeleri
arasında bir yerde otururduk. Paslı çivi ve çelik parçalarını
toplayıp eskicilere satardık. Resmen açtık…” diye bahsediyor.
Yemek vakti misafirliğe
‘Bakkal Adil’in biriken borç nedeniyle veresiyeyi kestiği
dönemlerde ise daha da zor günler başlar. Ama o bunun da bir
çaresini bulmuştur. Mehtap Ar bu çareyi şöyle anlatıyor:
‘Yemek zamanı komşulara misafirliğe gitmek… Komşularımız ‘Buyurun
sofraya’ dedikleri zaman ‘Biz tokuz’ derdi annem. Tabaklara
bakardık melül melül. Annem sıkı sıkı tembihlerdi hemen masaya
koşmayalım diye. Ancak üçüncü tekliften sonra ‘Madem ısrar
ediyorsunuz’ dediği zaman gözlerinden ‘fırlayın’ mesajını
alırdık.”
Ama onun bir şikayeti yoktur. Ne iş olsa yapar: “İş seçmedim,
dublaj var dediler oraya gittim, radyofonik temsiller dediler oraya
koştum. Tiyatro dediler tiyatroya gittim, film var
dediler oraya gittim.”
Sonradan çok pişman olacaktır ama iki kızını dayakla terbiye etmeye
çalıştığı yıllardır o yıllar . “Ben uyurdum baygın, üstümden
basarak geçerlerdi. Kalkardım döverdim, tekrar bayılır uyurdum.
İşkence filmi gibi bir yaşamdı” diye anlatacaktır o günleri.
‘Kaçmak anlamsız nasıl olsa dayağı yiyeceğiz’
Mehtap Ar ise şunları söylüyor: “Odun sobalı tek göz bir evde
oturuyoruz. Dayak lafını duyunca kaçmaya çalışırdık ama nereye
kaçıyorduk? Yatağın altına…. Sonra anladık ki kaçmanın bir anlamı
yok, nasılsa dayağı yiyeceğiz, öylece durup beklerdik.”
Bütün bu dönemler boyunca, ne işle uğraşırsa uğraşsın, şiir yazmayı
hiç bırakmadı. İki şiir kitabı yayınladı.
70’li yıllarda Türk popunun yükselişe geçmesiyle birlikte şiirleri
bestelenmeye başladı. Güzin ile Baha’nın seslendirdiği Deli Balım
(1973) ve Yörük Yaylası (1974) büyük ilgi topladı. 1977’deki Ateş
Böceğim ise yıllarca dilden dile dolaştı.
80’li yıllardan itibaren Türk pop müziğine rengini veren isimdi. Üç
kuşak boyunca pop müzik şarkıcıları onun sözleriyle çıktı sahneye.
20 binden fazla şarkı sözü yazdığı rivayet edilir.
90’lı yıllardan itibarense sadece şarkı sözleri değil giyimi,
perukları, gözlükleri ve açıklamalarıyla bir fenomene dönüştü.
40 yaşından sonra kıyafet devrimine girişti
Bu tarza 60’lı yıllarda 40 yaşını geçtikten sonra karar
vermişti. Müjde Ar anlatıyor:
Annem 40’ından sonra dudaklarını simsiyah, saçlarını mosmor,
kaşlarını kırmızı boyamaya başlayınca, Ertem Eğilmez, bir ruh
doktoruna götürmemizi tavsiye etti. Götürdük, doktor Aysel’den
deli. Teşhisi koydu; anneniz bir deha!”
Taşranın deli kızı, ülkenin deli kadını olmuştur. Söylediği her
söz, yaptığı her şeyle bir tabu yıkan olarak yaşadı 79 yaşına
kadar:
“Ben birey değilim. Ben kalabalık bir nesneyim. Ben tek başıma
radyoyum, televizyonum, konserim, orkestrayım, her
şeyim. Türkiye’nin ilk anarşist kızıyım ben. İlk çiçek
kızıyım. İlk hippisiyim. Ben Amazon kadınıyım. Türkiye de kadının
bilinçaltıyım.”
Evet temel bir nedeni vardır bütün bu yaptıklarının. Mehtap Ar
“Yahu anne, nedir bu kostüm, bu peruk, gecelikle dolaşmalar?’ diye
sorunca şu yanıtı verir:
“Bunlar topluma lafımı dinletme kostümüm. Normal döpiyesli, entel
gözlüklü, ensede topuzla laflarımı söyleseydim, bir sürü insan
içinde kaynar giderdim. Bu şekilde topluma lafımı dinlettim.
Şarkılarım insanlara ulaştı.”
‘Naziler’in Polonya’ya girdiği gibi…’
O kadar aşk şiiri yazmış olsa da aşka inanmadığını söyler,
“İnsan bir patatese bile aşık olabilir” derdi. Cinsellik, özellikle
kadın cinselliği konusunda da sözünü sakınmadı hiç:
“Kadına kulaktan girilir, aşağıdan değil. Çiftleşme çok özel ve
güzel bir olaydır. Ama günümüzde bu büyü, bu estetik yok ki. Bir
insanın bir diğer insanın vücuduna hoyratça girmesini Naziler’in
Polonya’ya girmesi gibi görüyorum. Haksızlık.”
Ayrıca çok iyi bir ev sahibidir! Evde sadece yatak odası, banyo ve
mutfağı kullandığını söyler. ‘İyi ev sahibi olmanın’ sırrını da
çözmüştür: Kimseyi kapıdan içeri sokmamak.
Asla yemek yapmadığını da anlatır: “Evime hiç tencere
sokmadım. Sabaha karşı üçte kahvaltı ediyorum. Ben asla yemek
yapmam. Simit yerim, peynir, azıcık reçel… İşte o kadar.”
‘Korku insanı cüceleştirir’
Akla gelmeyecek hassasiyetleri vardır. Tıraş bıçaklarını çöpe
atmadan önce kağıtlara sarıyordu. ‘Niye?’ sorusuna verdiği yanıt
ise şöyle: “Eğer bir gariban çöpleri karıştırırsa eli
kanamasın.”
Korku bilmez bir kadın olduğunu söylüyor tüm tanıyanları. Geceleri
mezarlıklarda dolaştığını anlatanlar var. “Korku insanı
cüceleştirir” diye öğüt verirdi kızlarına.
Kendisinin Türk kadınının bilinçaltı olduğunu söylerdi bir de. Kızı
Mehtap Ar, annesinin tek vasiyetinin Türk kadınlarına olduğunu
anlatır:
“Annemin vasiyeti şuydu: Tüm kadınlara söyle; bilsinler ki ben 80
yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta
kalmak güç ama ben başardım. Tüm kadınlar da başarabilir.”
Yaşadığı gibi hızlı bir şekilde ayrıldı aramızdan. 2007 yılının
sonlarında akciğer kanserine yakalandı. Yaklaşık 2 ay sonra da 17
Şubat 2008’de hayata veda etti.
Hayatı ‘söz’ olarak yaşadı
Çok sayıda tiyatro oyunu sergiledi. 20’den fazla filmde oynadı
ama onları şimdi kimse hatırlamıyor. Yazdığı şarkı sözleri ise
Türkiye’de hemen her kesimden insanın yüreğine dokundu. Hayatını
‘söz’ olarak yaşadı. Torununa bile ‘Söz’ adını verdi.
Peki Aysel Gürel kimdir?
70’lerde ‘Gençlik Başımda Duman’la yaşayamadıkları gençlik günleri
uzakta kalanları ağlatandır. 80’lerde devrimciler için Erdal
Eren’in ‘Son Bakış’ına ağıt yakandır. 90’larda dünyayı tanıyan bir
kuşak için ‘Abone’yle yürekleri hoplatandır. Yerinden yurdundan
edilenler için, Sürü’nün müziğine Sürgün’ün sözlerini yazandır.
Anadolu’nun küçük köylerinde, kasabalarında bir çitin ardında
sıkışan ergen kızlar için Ünzile’dir. Umutsuz aşkını bekleyenler
için sıcak bir sobanın üzerindeki mavi çaydanlıktır. Sözleriyle
isyan eden, ne kavgası ne sevdası biten bir kadındır.
Aysel Gürel ‘söz’dür…