Anasayfa /  Güncel

“Tarımı, ürünlerin su ayakizlerine göre tekrar planlamak zorundayız”

İklim değişikliğinin tarıma etkilerini anlatan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, ürünlerin su ayakizlerine göre tarımın stratejik olarak yeniden planlanması gerektiğini söyledi.

Abone ol
Abone ol 12 Mart 2020 12:36

İklim değişikliğinin tarıma etkilerini anlatan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, ürünlerin su ayakizlerine göre tarımın stratejik olarak yeniden planlanması gerektiğini söyledi.

3. Gıda ve Beslenme Bienali’nde iklim değişikliğinin tarıma etkilerini anlatan İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, ürünlerin su ayakizlerine göre tarımın stratejik olarak yeniden planlanması gerektiğini söyledi. Artan dünya nüfusunu organik tarımla beslemenin gezegen için yıkıcı etkilerine dikkat çeken Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner ise “GDO’lar sağlığa ve çevreye zararlı mı?” sorusuna da yanıt verdi.

“Gelecek Gelmeden” temasıyla Gıda ve Beslenmenin geleceğinin masaya yatırıldığı 3. Gıda ve Beslenme Bienali, oturumlarla devam ediyor.

İklim değişikliğinin tarıma etkileri

İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Gıda Aydınlatma Platformu tarafından “Gelecek Gelmeden” temasıyla düzenlenen 3. Gıda ve Beslenme Bienali’nin “Geleceğe Bakış” oturumunda “İklim değişikliğinin Türk Tarımına etkileri” konulu bir sunum yaptı. Dünyayı kasıp kavuran koronavirüs salgınına değinen Kadıoğlu, “30 yıldır hayvanlardan insana geçen hastalıkların olacağı bekleniyordu. Özellikle Sağlık Bakanlığı’nın tropik hastalıklar uzmanları sayısının arttırılması gerektiği söyleniyordu. Beklenen riskleri öngörerek ona göre insan yetiştirmek gerekiyor” dedi.

“İklim değişikliğinin en büyük etkeni insan”

arımın iklim değişikliğinden hem doğrudan hem dolaylı şekilde (sel, afet vb.) etkilendiğinin altını çizen Kadıoğlu, iklim değişikliği denince, akla iklimi oluşturan etkenlerin geldiğini belirterek, şöyle devam etti:

“İklim değişikliğinin en büyük etkeni insan ve insan davranışıdır. İlk olarak bunun kabul edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda en büyük etken de sanayi. Milyonlarca yılda toprak altına petrol, kömür olarak hapsedilen karbonun atmosfere salınması büyük bir sorun.

2100 yılına kadar Türkiye’nin bazı yerlerinde 7°C’ye kadar artış bekleniyor.

İklim değişikliği dünyanın geçmişinde de yaşanan bir şey. Ancak günümüzde bu, eskiye göre 1000 kat hızlı gerçekleşiyor ve ekoloji buna ayak uyduramıyor.

“Doğanın insana ihtiyacı yok, ancak insanlığın doğaya ihtiyacı var”

Yalnızca 1-2°C’lik sıcaklık artışları, birçok tarım ürününün üretimini ciddi şekilde sınırlayabilir. Bu nedenle iklim değişikliğini hafife almamak gerekiyor.

En büyük problemlerden biri de, sıcaklık artışıyla birlikte yağışların azalıyor olması.

İklim Değişikliğinin tarıma etkilerine gelirsek; su yoksa ot yok, ot yoksa et yok. Hayvancılık nerde olacak, su nerde olacak, bunların bilinmesi lazım.

Deniz balıkçılığı, su ayak izi en düşük protein kaynağı. Ancak kültür balıkçılığı böyle değil.

İklim Değişikliği projeksiyonları çiftçi için çok anlam ifade etmiyor. Çiftçilere toprağın su dengesini, kaç ay, hangi aydan itibaren sulama yapmasının gerekeceği söylenmeli.

Yağışların oluşum biçimi de değişiyor. Düzenli yağışlar yerini dolu, yıldırım, fırtına gibi şiddetli hava olaylarına bırakıyor.

“Ürünlerin su ayakizleri ile tarımsal üretim yeniden planlanmalı”

Tarım ürünlerinin su ayakizlerinin değerlendirilip, üretimin stratejik bir şekilde tekrar planlanması lazım. Su ayakizi yüksek ürünlerin dünyanın sulak bölgelerinde yetiştirilmesi düşünülebilir.

Yağmur hasadı seferberliği başlatmamız lazım. Bu Türkiye için çok önemli bir konu. Büyük bir seferberlik gerektiriyor. Tarımda, şehirlerde ve birçok alanda yağmur hasadı yapmak, su kaybını azaltmak gerekiyor.”

“Organik tarımın gezegene maliyeti büyük!”

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, 2050 yılında 10 milyar olması beklenen dünya nüfusuna yeterli ve kaliteli besin sağlamak için birim alandan maksimum verim alınması ve bunun çevreyi ve biyoloji çeşitliliği olumsuz etkilemeden yapılması gerekeceğini söyledi. Bunun “Sürdürülebilir Yoğunlaşma” olarak adlandırıldığını vurgulayan Çetiner, “Çevreyi korumak, gelecek nesillere korunmuş bir çevreyi bırakmak adına bu gerçekten önemli” dedi.

 

Günümüzde 1,5 milyar hektar tarım alanında bitki ilaçları ve diğer yöntemler kullanılarak yapılan üretimle dünyanın doyurulduğunu, bu organik üretimle yapılırsa çayır, meralar ve çöller de yok edilerek 8 milyar nüfusun ancak doyurulabileceğini kaydeden Çetiner, abiyotik ve biyotik stres faktörlerinin yol açtığı kayıpların etkisiyle üretilen buğdayın ancak %13’ünün ambara konulabildiğini dile getirdi.

“Pestisit kullanımını azaltmasına rağmen, GDO’lar yasaklanıyor”

Islah ve gen teknolojileri kullanılarak bu oranın artırılabildiğini vurgulayan Selim Çetiner, dünyada GDO ekim alanlarının 192 milyon hektara ulaştığını, GDO’ları ABD, Brezilya, Kanada gibi ülkelerin yaygın olarak yetiştirdiklerini belirtti. Bu sayede pestisit kontrolünün yapılabildiğini, buna rağmen AB, Türkiye, Rusya gibi bazı ülkelerde bunun endişe ile karşılanabildiğini vurgulayan Çetiner, bu endişelerin gıda güvenliği, çevresel etkiler, tekelleşme, ticari kaygılar ve ideolojik ve duygusal tercihler olarak sınıflandığını kaydetti.

Biyogüvenlik mevzuatı ile bu endişelerin giderilebildiğini belirten Çetiner, dünyada bu mevzuatı uygulayacak kurumlar ve kuruluşlar oluşturulduğuna dikkat çekti.

GDO’lar insan sağlığı ve çevreye zararlı mı?

Çetiner, “GDO’ların insan sağlığı ve çevre üzerinde hiçbir zararı yoktur’ dersem yanlış, çevrecilerin dediği gibi ‘insan sağlığı ve çevre üzerinde çok büyük zararları vardır’ dersem yine yanlış. Her bir GDO birbirinden farklıdır, her biri tek tek ayrı risk analinizden geçer, onay alır ya da alamazlar. Analizden geçenler, en az klasik ürünler kadar güvenlidir. Son 23 yıldır dünyada üretilip tüketilen GDO’ların neden olduğu rapor edilmiş bir sağlık sorunu yoktur. Dünyada 37 bilimler akademisi bunun söylüyor” diye konuştu.

Medyada GDO’ların kısırlığa yol açtığı gibi yanlış algıların yayıldığına dikkat çeken Selim Çetiner, dünyada yeni teknolojiler geliştirildiğini (ODM, ZFN gibi), farklı olarak dışardan gen eklemek yerine, bitkide hedeflenen gen dizininde değişiklik yapılabilen CRISPR/Cas9 teknolojisinin diğerlerine göre daha ucuz olduğunu, ancak bunun da AB’de yine endişeyle karşılandığını söyledi. ABD’de Kanada’da bu ürünlerin piyasaya çıkmaya başladığını belirten Çetiner, bunların risk analizinin nasıl yapılacağının da tartışıldığını bildirdi.

“Organik tarımla dünyayı beslemek mümkün değil”

AB’nin Avrupa Yeşil Düzeni Planı ile 2050 yılına kadar 1 trilyon avro harcayacağını belirten Çetiner, “Bu plandaki 8 kalem hedeften birisi de çiftlikten çatala sürdürülebilir gıda sistemlerinin geliştirilmesi; ucuz ve sürdürülebilir gıda, çevreyi ve biyoçeşitliliği koruyan ve artan organik tarım… Oysa organik tarımın nelere mal olacağını, dünya nüfusunu beslemeye yetmeyeceğini daha başta söylemiştik” ifadelerini kullandı.

Yorumlar