Bugün, Türkiye'nin Osmanlı alfabesinden Latin harflerine geçişinin 90. yıl dönümü
Harf Devrimi, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Bu yasanın kabulüyle o güne kadar kullanılan Arap harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin resmiyeti son buldu ve Latin harflerini esas alan Türk alfabesi yürürlüğe kondu.
Abone olHarf Devrimi, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Bu yasanın kabulüyle o güne kadar kullanılan Arap harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin resmiyeti son buldu ve Latin harflerini esas alan Türk alfabesi yürürlüğe kondu.
Türkiye'de alfabe reformu önerileri 19. yüzyıl ortalarından itibaren duyulmaya başladı. Öneriler ikiye ayrılıyordu:
-Osmanlı yazısının düzeltilmesini isteyenler,
-Latin harflerinin kabulünü isteyenler.
Yazı Devriminin gerekçeleri
Osmanlı yazısının düzeltilmesini isteyenlerin başlıca gerekçesi, bu yazının Türkçenin ünlü seslerini ifade etmekte yetersiz kalmasıydı. Bu sorundan doğan imlâ kargaşası, yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha çok hissedildi. 1870'lerden itibaren Türkçenin standart bir sözlüğünü oluşturma çalışmaları da imlâ konusunu gündeme getirdi.
Latin harflerini benimseme gerekçeleri
Batı kültürüne duyulan hayranlık veya Avrupa'nın üstünlüğüne olan inanç, Latin alfabesinin kazandığı prestijin temeliydi. 1850-60'lardan itibaren Türk aydın sınıfının tümü Fransızca biliyor ve bazen kendi aralarındaki yazışmalarda Fransızca kullanacak kadar bu dili benimsiyordu. Telgrafın yaygınlaşmasıyla birlikte, Türkçenin Latin alfabesiyle ve Fransız imlâsına göre yazılan bir biçimi de günlük yaşamın bir parçası haline geldi. Beyoğlu, Selanik, İzmir gibi kozmopolit çevrelerde dükkân tabelaları ve ticari reklamlarda çoğu zaman bu yazı kullanılıyordu.
İkinci Meşrutiyet döneminde, Türk ulusal kimliğini İslamiyetten bağımsız olarak tanımlama çabaları, özellikle İttihat ve Terakki'ye yakın aydınlar arasında ağırlık kazandı. Arap yazısı İslam kültürünün ayrılmaz bir parçası sayıldığı için bu yazının terk edilmesi aynı zamanda Türk ulusal kimliğinin laikleşmesi ve kendi öz benliğini ortaya çıkarması anlamına gelecekti.
19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu'da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçenin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği düşüncesinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1908-1911'de Latin temelli Arnavut alfabesinin kabulü ve 1922'de Azerbaycan'ın Latin alfabesini kabulü Türkiye'de büyük yankı uyandırdı.
Sovyetler Birliği'ndeki Türk devletleri Latin alfabesini
kullanıyordu. Türkiye, Türk dünyası ile yakınlaşmak, ortak bir
alfabeyi kullanmak için Latin alfabesine geçti. Fakat daha sonra
SSCB, Stalin döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği'ne bağlı Türk
cumhuriyetleri arasındaki bağı koparmak için Türk devletlerini
Kiril alfabesine geçirtmiştir. 1991'de SSCB'nin dağılması üzerine
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan
olmak üzere 5 bağımsız Türk devleti kuruldu. Bunlar arasından
Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan tekrar Latin alfabesine
geçerken Kazakistan ve Kırgızistan ile Rusya'ya bağlı Başkurtistan,
Çuvaşistan, Tataristan, Tuva gibi Türk cumhuriyetleri Kiril
alfabesinikullanmaya devam etti. Özetle, Türkiye'de yapılan harf
devrimi, diğer Türk cumhuriyetlerine yakınlaşmayı, Türk dillerine
uyumlu bir yazı sistemi oluşturulup ortak bir alfabe kullanılmasını
amaçlamıştır.
Arap alfabesinin Türkçeyi tam olarak ifade edememesi. Arap
alfabesinde bulunan Vav (و) harfi V, O, Ö, U, Ü; Ye (ﻱ) harfi Y, I,
İ; Kef (كـ) harfi ise K, G, N, nadiren de Y sesini verebilmektedir.
Bu durum karışıklık çıkarmaktaydı.
İlk reform önerileri
Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanması görüşü ilk kez 1860'lı yıllarda Azerbaycanlı Feth Ali Ahundzade tarafından ortaya atıldı. Ahundzade ayrıca Kiril alfabesi kökenli bir de alfabe hazırlamıştı.
1908-1911 döneminde Latin esaslı yeni Arnavut alfabesinin benimsenmesi, Türk aydınları arasında da yoğun tartışmalara neden oldu. 1911'de Elbasan'da hocaların Latin harflerinin şeriata aykırı olduğuna dair fetvasına karşı sert bir polemiğe giren Hüseyin Cahit, Latin esaslı Arnavut alfabesini savunmakla yetinmeyip Türklerin de aynısını uygulamalarını önerdi. 1911'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Arnavut kolu Latin esaslı alfabeyi kabul etti.
1914 yılında Kılıçzade Hakkı'nın yayınladığı Hürriyet-i Fikriye
adlı dergide çıkan beş imzasız makale, Latin harflerinin yavaş
yavaş kullanılmalarını öneriyor ve bu değişikliğin kaçınılmaz
olduğunu ileri sürüyordu. Ancak dergi bu makaleler nedeniyle
İttihat ve Terakki iktidarı tarafından yasaklandı.
1911 yılında Manastır-Bitola'da Latin harfleriyle basılan ilk
Türkçe gazete yayınlandı. Zekeriya Sami Efendi'nin neşrettiği, adı
Eças olup Fransızca imlâ ile 'esas' diye okunan ve cumartesi
günleri yayınlanan bu gazetenin ancak birkaç sayısı günümüze
ulaşmıştır.
Atatürk ve Harf Reformu
Mustafa Kemal de bu konuyla 1905-1907 tarihleri arasında Suriye'deyken ilgilenmeye başladı.1922 yılında Atatürk Halide Edib Adıvar'la yine bu konu hakkında konuşmuş ve böylesi bir değişikliğin sert önlemler gerektireceğini söylemişti.
Eylül 1922'de Hüseyin Cahit'in İstanbul basın yayın üyelerinin katıldığı bir toplantıda Atatürk'e sorduğu "Neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?" sorusuna, Atatürk "Henüz zamanı değil" yanıtını vermişti. 1923'teki İzmir İktisat Kongresi'nde de aynı yolda bir öneri sunulmuş, ancak öneri kongre başkanı Kâzım Karabekir tarafından "İslam'ın bütünlüğüne zarar vereceği" gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak tartışma basında geniş yer bulmuştu.
28 Mayıs 1928'de TBMM, 1 Haziran'dan itibaren resmi daire ve
kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik bir
yasa çıkarttı. Yasaya önemli bir tepki gelmedi. Yaklaşık olarak bu
yasayla aynı zamanda da harf reformu için bir komisyon kuruldu.
Komisyonun tartıştığı konulardan biri eski yazıdaki kaf ve kef
harflerinin yeni Türkçe alfabede qve k harfleriyle karşılanması
önerisiydi. Ancak bu öneri Atatürk tarafından reddedildi ve q harfi
alfabeden çıkartıldı. Yeni alfabenin hayata geçirilmesi için 5 ila
15 senelik geçiş süreçleri öngören komisyonda bulunan Falih Rıfkı
Atay'ın aktardığına göre Atatürk "bu ya üç ayda olur ya da hiç
olmaz" diyerek zaman kaybedilmemesini istedi. Alfabe tamamlandıktan
sonra 9 Ağustos 1928'de Atatürk, harfleri Cumhuriyet Halk
Partisi'nin Gülhane'deki galasına katılanlara tanıttı. 11
Ağustos'ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlileri ve milletvekillerine, 15
Ağustos'ta da üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni
alfabe tanıtıldı. Ağustos ve Eylül aylarında da Atatürk farklı
illerde yeni alfabeyi halka tanıttı. Bu sürecin sonunda komisyonun
önerileriyle, kimi ekleri ana sözcüğe birleştirme amaçlı kullanılan
kısa çizginin atılması ve düzeltme işaretinin eklenmesi gibi
değişiklikler yapıldı.
8-25 Ekim tarihleri arasında resmi görevlilerin hepsi yeni harfleri
kullanımla ilgili bir sınavdan geçirildi.