PARANTEZE ALINMIŞ YAŞAMLAR

 İnsanlığın yarısı tutuklu. Virüs korkutuyor, devletleri yönetenlerin ehliyetsizliği de korkutuyor. Bu kolektif tecrübenin gaddarlığıyla karşılaştırılabilir bir durum yaşamamıştık daha önce.

Zaman, belirsiz hale geldi. “Bütün yurttaşlarımız edinmiş olabildikleri alışkanlıklardan ayrı kaldıkları zaman boyunca, kamusal alanda bile bunlardan çok çabuk feragat ettiler” diye yazıyordu Albert Camus, 1947’de Veba’da. Zira “Hem sonra, hastalığın altı ay, belki bir yıl ya da daha fazla sürmemesi için bir neden yoktu.” Bir neden yok gerçekten de. Ajandanızda dört ya da beş haftalığına, mesleki öğrenimle ilgili ya da ailevi bir program yapabilmek mümkün mü? Varsayıma dayalı olan ve sonunda iptal edilen bir lise bitirme sınavına nasıl hazırlanılır? Askıya alınmış projeler nasıl yönetilir? Bağımlı olduğumuz hükümetler kem küm edip ayak diriyorlar. Ve her birimiz için bir öksürük nöbetiyle her şey alaşağı olabilir.

Küresel insanın durumu, evinde sürgün olmak bugün; zamanın “kendine has bir endişe”ye yol açtığı o “ev sürgünü”nde (Albert Camus”.).

Sanki hayatı bir “paranteze” aldık da parantez içinde şöyle bir duruyoruz. Arkadaşlarımız ve yakınlarımızın hatırını hiç bu kadar sık sormamıştık; durmadan konuşulan aynı konu. Twitter’da aynı haberler, ailecek akşam yemeğine oturduğumuzda Fox tv’de Fatih Portakal’ı izliyoruz, aynı konu. Yakında kendimi bir virüs detoksuna alacağım. Yavaş yavaş havalar ısınmaya başladı da kendimi evimin balkonuna atıveriyorum. Balkonumuz ağaçlar görünüyor. Yazın ortalarına doğru begonviller açar, o günleri bekler oldum. Trhaber’de yazmak da bana iyi geliyor. Korona günlerinin hayatıma girmesiyle burada bir yer edinmem aynı zamana denk geldi. Sanki ilaç gibi oldu. Düşünmek, yazmak, silmek, tekrar yazmak, akşamüstü son okumalarımı yapıp yazıyı göndermek. Nescafe’nin toz kahveleri de kesmiyor artık, kendime filtre kahve yapıyorum. Mutfağa girip değişik tarifler deniyorum. Evde spor yapıyorum. Fark etmeden bir rutinim oldu bile. Kitap okuyamıyorum ama. Belki günde 10 sayfa.  Dr. David Burns’un İyi Hissetmek kitabı bu aralar elimde. Odaklanmak bir hayli zor. Zihnime düşünceler üşüşüveriyor. Korkular, endişeler… Size de oluyor mu böyle?

Romanya’dan geldim 9 Mart’ta. 2 ay kaldım… Bir sürü anı biriktirdim ama sanırım o başka bir yazının konusu.  Ben Romanya’dayken burada virüs yayılmamıştı daha. Romanya’da vardı. Okullar tatil olmaya başlamıştı orada. Uzun lafın kısası 9 Mart’tan beri evdeyim. Markete gitmeler, dışarıda yapılacak ufak tefek işler bende.

9 Mart’tan beri, özgür bırakılıp evden çıktığımızda, yani “sonra”, ilk adımlarımızın nasıl olacağını soruyorum kendime. Bu adımlar her türlü korkudan azade mi olacak? Hapisten çıkıldığındaki gibi mi olacak? Çekinmeden soluk almak, artdüşüncesiz selam vermek, her şeyi dezenfekte etme eğilimimizi frenlemek için ne kadar zaman gerekecek?

9 Mart’tan beri geçen her sabah bu ufkun uzaklaştığını görüyorum. “Parantez”in kapanacağı tarihi bilen var mı? Hükümet, tekrar uzatılabilir bir “evde kal” uygulaması getirdi. Bu uygulama kimi yaş grubundakiler için denetim altında. Milli Eğitim Bakanı dersleri uzaktan eğitime geçirdi. Bu dönem böyle geçecek gibi görünüyor. Yaz tatili olup olmayacağı belli değil. Sağlık stratejisini değiştirmek için ne zaman yeterince testimiz ve maskemiz olacak bilmiyoruz. Salgının dünyada nasıl ilerleyeceği yeni ekonomik dengeler ile Afrika’daki muhtemel tahribat hakkında hiçbir fikrimiz yok.

Ekranlar ofisin yerini aldı. Mümkün olduğu yerde, internet üzerinden çalışmak kendini dayatıyor. İş zamanları uzuyor, öğle yemeği molası kaynıyor, kazanılmış yol süresi işe harcanıyor, iş arkadaşlarıyla muhabbet anları ortadan kalkıyor. Kısacası, insanların dörtte üçü, ofisi, sabit iş saatlerini ve ulaşım zamanını özlüyor sanırım kadınlar erkeklerden de fazla.

Ekran okulun, konserin, tiyatronun yerini tutabilir mi?Çalışma zamanı çoğalan öğretmenler için, ebeveynler için, özellikle de bitmek bilmeyen eve kapalılık günlerindeki diğer işlere ders saatleri de eklenen anneler için; okulun eşitsiz sosyal yüklerden sıyrılma imka<nını hâlâ biraz sağladığı çocuklar için de. Bütün gezegen, 1720 yılında vebanın eline düşen ve Michel Faucault’nın “Gözetlemek ve Cezalandırmak”ta tasvir ettiği o Marsilya şehrine dönüşüyor gibi: “Bölümlere ayrılmış, her noktası gözetlenen, bireylerin alınıp sabit bir noktaya yerleştirildiği, en ufak hareketin denetlendiği, bütün olayların kaydedildiği o kapalı mekan”

İşte hepimiz: kimimiz villasında kimi beş kişi yaşanan üç odalı evinde kimi bahçesinde kimi mutfağında kimi sayfiye evinde kimi banliyödeki sitesinde kimi ailenin ahenginde kimi bir celladın insafına kalmış halde. 1 Nisan günü 33 yaşında bir kadın, evli olduğu erkek tarafından bıçaklanacak öldürüldü. Kaçıncı kadın cinayeti haberi bu acaba?

Ekranlar bedenlerimizin yerini aldı: Skype’ta kesik kesik gelen ses ise, bir kadeh atarken yapılan sohbetlerin yerini aldı. WhatsApp grupları her birimizin ruh halini sızdırıveriyor. Tekrar ortaya çıkarılan eski fotoğraflar on kere paylaşılmış gifler, köpek fotoğrafları, beyaz, mavi, siyah maskeli selfie’ler. Öyle ya da böyle geçiyor işte günlerimiz…

Yorumlar