ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ...

Zaman akıp gidiyor. Su misali. Öyle hızlı ki, hızına yetişemiyoruz zamanın. Değişiyor her şey. Ve değişiyor her bir alışkanlığımız. Üstelik biz hiç fark edemeden...

Yine de devam ediyoruz yaşamaya.

Zaman, bir kum saatinin incecik belinden akar gibi akıyor sanki. Akıyor, akıyor hiç durmadan. Her şeye şahitlik ediyor. İyiye-güzele, çirkine-kötüye...

Zalimin zulmünü görüyor mesela. Zalimin zulmünün ona kâr kalmadığını görüyor. Zalimin mazlumun ahını alışını. Ve bir müddet sonra kendinin de baş aşağı gidişini görüyor.

Zaman, her türlü akıp gidiyor avuçlarımızdan.

Bazen bir hatırayı içinde barındıran, bazen ise işe yaramayan pek çok işler sebebiyle harcayıp gidiyoruz zamanı. Keyfimizce tüketerek... Giderek azaldığını, eriyip bittiğini, tükendiğini bile fark edemeden...

“Yaşam farkında olmayı gerektirir” ayrıntısı üzerinde bir kez bile düşünmeden hem de...

Hep istiyoruz, yetinmeden. Sonunu görmeden istiyoruz. Belki de bilmeden...

Bazı zamanlar oluyor ki karşımızdakini sorguluyor ve eleştiriyoruz hunharca. Kendimize gelince ise oralı olmuyoruz. Umursamıyoruz da nedense.

Zaman akıp gidiyor ve bizler zamanın bıraktığı izlerle baş başa kalıyoruz. Öyle ki zamanı durduramamanın çaresizliği var hepimizde. Bu elemle yaşıyoruz hem de...

Bu acıklı tükeniş karşısında duygulanmayan ve yüreğinde hüzün rüzgârları esmeyen ve arada bir de olsa “Yıllar ne de çabuk geçti, her şey daha dün gibi” diye dert yanmayan kaç kişi var ki şu hayatta?

Hayat; bazen akıp giden bir nehir, bazen hızla yanımızdan geçip giden ve uzaklarda kaybolan bir bulut gibi. Onlar nasıl yol alıp gidiyorlarsa bir yerlere doğru, ömrümüz de onlarla beraber yılları geçirip duruyor habire...

Bir bakmışız ki; saç ve sakalımıza aklar düşmüş. Yüzümüzde, gözümüzde ve ellerimizde kırışıklıklar belirmiş. Ömrümüz geçip gitmiş de, haberimiz bile olmamış. Sahi nasıl bir hengamenin içerisindeyiz?

Neden hep şikâyetçiyiz? Ondan, bundan, her şeyden... Ömrümüzün ne kadar çabuk geçtiğinden de şikâyetçiyiz. Yaşamaktan da öyle...

Arada bir de olsa hayatımızın nereye gittiğini düşünsek keşke. Neler yaptığımızı ve bizden geriye nelerin kalacağının sorgusunu yapsak, ömrümüzün çoğunun boşa geçtiğini düşünsek ve bir çekidüzen versek kendimize hatta...

Böylesi daha güzel olmaz mı?

Bilmeliyiz ki; son pişmanlık fayda vermeyecek kimseye. Zaman geçtikten sonra ağlamak, sızlamak, bağırmak ve haykırmak da öyle.

Gözyaşı dökmek...

Ve üzülmek...

Ne fayda eder sahi bütün bunlar?

Ah vah’lar...

İçten içe ah çekişler...

Bütün bu sızlanıp içlenmeler...

İnleyişler...

Giden gitmiş, geçen geçmiş oysa çoktan. Zaman akıp gitmiş ve ömrümüzden eksilmiş her bir an...

Bir şeyler uğruna heba edilmiş ‘ömür’ gibi bir gerçek var karşımızda. Ama yine de; “Zararın neresinden dönülürse kârdır” diye düşünmek ve ona göre davranmak, belki bir teselli olabilir bu hayatta...

Evet ömür geçiyor, yıllar geçiyor hızla. Zira öyle anlarımız oluyor ki, bir zamanlar yaşadığımız o çocukluğumuz dahi çok uzak bir hayalmiş gibi geliyor bir an bize... Bu da ömrümüzün ne derece hızlı geçtiğinin en açık delili değil mi?

Çoğumuz yılların bu hızlı geçişine yürekten üzülemedik belki. Ve belki bir “ah” edemeyip, “keşke” bile diyemedik, o anları yaşamadık diye...

O an’ın içindeyken an’ımızı güzelleştirmek için ne kadar çaba sarf ettik sahiden? Ne denli vakit ayırabildik?

Çoğu kez yıllarımızı boş ve faydasız şeylerle geçirdik. Kim bilir. Bazen umutsuz bir sevda, ulaşılması mümkün olmayan bir sevgi ya da sevgili uğruna bitirdik yıllarımızı...

Umut yerine hep umutsuzluğa yöneldik. Sevgi ya da muhabbet yerine, hep başka duygulara hapsolduk. Bunu ancak zaman geçip gün tükendiğinde ve mum sönüp ışıktan mahrum kaldığımızda anladık.

Velhasıl; öyle bir geçiyor ki zaman ne ömürden geçtiğimiz belli, ne de ömrün içinden geçtiğimiz...


(Not: Yeni bir yılın içindeyiz. Yeni yılımız hepimize hayırlı güzellikler getirmesi dileğiyle. En çok da sağlık, huzur ve mutluluk...)

 

Yorumlar