MAVİ BALİNA

Halil Cibran der ki “Büyük insanların iki kalbi vardır; biri acı çeker, diğeri ümit eder.” 19 Mayıs'ta yola çıkarken ATATÜRK’ün bir kalbi acı içindeydi belki ama ötekisi daima ümitliydi. Kurtuluş Mücadelesinin 101. yılında Türkiye Cumhuriyeti'ni onu yükseltecek olan gençliğe emanet eden, 19 Mayıs'ı bayram olarak Türk gençliğine armağan eden; Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, silah arkadaşlarını, canını bu vatan için feda eden şehitlerimizi saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Geçmiş de olsa 19 Mayıs ATATÜRK’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’mız Kutlu Olsun

 Bugün 20 Mayıs 2020… “Bütün ümidim gençliktedir.” Diyen Atatürk’ü düşünüyorum. Cesaretini, farklı olmaktan, fark yaratmaktan korkmamasını, inancını, dünü, bugünü, yarını… Bazılarımızın hayatı darmadağınık, yarım yamalak. Öyle bir şehirde yaşıyoruz ki; ne orada ne burada. Bir deniz koca şehri bile ortadan ikiye bölüyor. Ben de herkes gibiyim. Neredeyse 3 aydır evdeyim. Sanki hayatlarımız da bu şehir gibi pandemiden öncesi-sonrası diye ikiye ayrılmış. Üniversiteye başlarken içimde bir şeyleri değiştirebileceğime dair bir sonsuz  inancım vardı.  İnsanların nasıl yaşayacağını, nasıl eşit, mutlu ve özgür yaşayacağını anlatabileceğime dair bir inancım.

En heyecanlı, en taşkın, en duygulu çağındaydım… Ama fark ettim ki;

Farklı olmak, sıradanlığın başarı sayıldığı ortamlarda yalnız bırakır sizi. Bu, farklı olmanın en çileli taraflarından biridir belki. Öyle ya, hele de farkındalığınıza saygı duyulmuyorsa bulunduğunuz ortamlarda, suçlu ilan edilirsiniz birden bire. Hem “size mi kalmıştı o işe girişmek”(!).

Etrafınıza baktığınızda, hayat denilen sisteme baktığınızda onun sizden daha az yetenekli insanlar tarafından inşa edildiğini görürsünüz. Bunu fark ettiğinizde yapmanız gereken en temel şey kendinize güvenmeniz ve bir şeyleri değiştirebileceğinize inanmanızdır. Fakat bu inanç öyle sıradan laflarla yahut anlık motivasyon patlamalarıyla değil, güçlü bir iradenin desteğiyle barınmalıdır ruhunuzda.

Çünkü, -özellikle Türkiye gibi değişime karşı tabuların olduğu bir ülkede- etrafınızda kim varsa size yapamayacağınızı söyler. Karşınıza geçerler ve inançlarınıza bir nebze olsun saygı duymadan “Bu hataları, yanlışları düzeltmek sana mı kaldı” derler. Bırakın sizin inandığınız kutsal değişim ruhuna saygı duymalarını, sizi eleştirirler, hakaret ederler ve terk ederler.

Haklıdırlar, değişiyorsunuzdur ve bu asla geriye dönüşü olmayan bir değişimdir. Onlar, istemezler değişmenizi. Fakat uçmak için kelebek olmaya ihtiyacınız vardır ve tıpkı Colin Wilson’ ın da dediği gibi; Kelebek bir defa kanatlandı mı bir daha asla tırtıl haline gelemez.

Bir şeyleri hayâl etmek ve hayallerimiz için gemileri yakmak cesaret ister. Hayallerinize ulaşamasanız ve başarısız olsanız bile bu kutsal yolda yürümek size yakışacaktır.

Tam bu noktada; size yıllardır kendi kendi şarkı söyleyen, yalnızlıkla başa çıkmak konusunda büyük dersler veren bir balinanın hikayesini anlatmak istiyorum.

Pasifik okyanusunda alışılmadık bir ses duyuldu. ABD tarafından okyanusun çeşitli yerlerine, okyanus tabanına özel yapılmış birtakım mikrofonlar yerleştirilmişti. Adeta gezegenimizin içinde ayrı bir gezegen gibi olan okyanusun derinliklerinden gelen seslere özellikle de balinaların seslerine kulak verilmeye başlandı. İşte 1989 yılında duyulan bu ses, bu şekilde tespit edildi. Fakat onu kaydeden teknisyen bu kez bir farklılık hissetmişti. Sonradan teknik ölçümler yeniden kontrol edilince bu farklılık kesinleşti. Ses, 52 Hertz frekansındaydı. Oysa balinalar genellikle 10 ile 25 Hertz arasında ses çıkarırlardı. Sonraki yıllarda yapılan ölçümlerde de aynı ses istikrarlı bir şekilde yeniden duyuldu, yeniden kaydedildi ve anlaşıldı ki ses tek bir kaynaktan, tek bir balinadan geliyor. Muhtemelen bir Fin, Oluklu balina veya bir mavi balina. Çıkardığı sesin frekansından ötürü buna 52 Mavi Balina adını verdiler. Bazıları da başka hiçbir balina bu sesi çıkartamadığı için ona dünyanın en yalnız balinası dediler. Yönlerini tayin etmek, yiyecek bulmak, birbirleriyle iletişim kurmak için bu sesleri çıkartıyorlar ve özellikle de kendilerine eş bulabilmek için. Dünyanın en büyük cüsseli hayvanları aynı zamanda dünyanın en yüksek sesli hayvanları ve bu sayede de okyanusun tabanında 1100 km uzaktan bile sesler duyulabiliyor. 52 Mavi adındaki bizim balina da işte bu sayede uzaktan izleniyor. İzleniyor derken onu gerçekten gören hiç kimse olmamış bu güne kadar ama. Çok tutarlı bir şekilde bu sesi çıkartmaya devam ediyor. Hareketlerinde de bir gariplik yok. Tıpkı diğer mavi balinalar gibi o da günde 30 ile 70 km civarında seyahat ediyor ve Alaska’dan Meksika’ya kadar olan Pasifik Okyanusunun özel bir bölgesindeki göç yollarını takip ediyor. İşte araştırmacılar tam 12 yıl boyunca onu uzaktan izledikten sonra bilimsel bir rapor yayınlamışlar. Raporda diyor ki, benzer karakteristiklere sahip başka hiçbir çağrı duyamadık. Her seferinde sade bir ses 52 Hertz frekansında bir çağrı. Onunla çakışan herhangi bir cevap çağrısı ise hiç olmadı. Koskoca okyanusta tek başına, yapayalnız bir balina ve çıkardığı sesleri başkaları duyamıyor. Şuranda bir yerlerde onu bulup kucaklama hissi oluşmadı mı? Neden biliyor musun? Onda kendini gördüğünden. Biz de yalnızız aslında. Hepimiz kendi dünyamızda, kendi okyanusumuzda yüzmeye çalışıyoruz. Bazen seni kimsenin anlayamadığını hissetmek gibi değil mi o balinayı düşününce şuranda oluşan his? Sanki seni de kimse duyamıyor. Aslında gerçekten de bu dünyada hiç kimse sen olmanın ne demek olduğunu tam olarak anlayamaz. Kimse dünyayı tam olarak senin gözlerinden anlayamaz. Hepimiz farklı telden çalarız. Başka bir frekanstan konuşuruz. 52 Mavi gibi kendi okyanusumuzda yalnız doğarız ve başkalarını bizi anlayabilecek birini bulabilmek için içimizden şarkılar söyleyerek dolanırız. Şu dünyanın en yalnız yaratığı acaba 52 Mavi mi yoksa biz miyiz? Karar vermek zor. Ama bana sorarsanız unutmamamız gereken bir şey şu:

Duyulmayan frekans yoktur. Doğru yolu bulamamış kayıp frekanslar vardır. Ben kaybolduğumda sıradan bir Mayıs günü bir gemiye binip bir ülkenin kaderini değiştiren o mavi gözlü adamı ve şarkı söylemekten asla vazgeçmeyen mavi balinayı hatırlıyorum. Ve Nazım’ın dizelerini.

“Hastalar, kardeşlerim! Biraz daha sabır, biraz daha inat. Kapının arkasında bekleyen ölüm değil, hayat…”

Yorumlar