MAHALLE

Eski insanız vesselam!. Eğitim ve kültür alt yapısının temellerinde aile ve mahallenin birlikte yer aldığı son nesiliz belki de..

Adres istediklerinde şimdi de bir mahalle ismi yazıyorum gerçi.. Her ne kadar yeşil açısından cömert olsa da 21.000 nüfuslu, yeni nesil insan konservesi siteler ve apartmanlarla dolu bir mahalle!. Oysa; arada yükseköğrenim için İstanbul ve askerlik için Malatya dönemlerini saymazsak tam 26 yıl sıcacık bir mahallenin müstakil evlerinde yaşamış biriyim. Evimizin kapısından çıkıp en fazla beşyüz metre yürüyüp denize ulaştığım evlerde; Umurbey Mahallesi’nde, nam-ı diğer Darağacı’nda..

Gündemin sevimsiz dayatmalarından uzak yazılar kaleme almaya çalışıyorum. Dahası sohbet edebilmemizi mümkün kılan, somut ve elle tutulur yazılar bunlar. Sizlerden gelen olumlu tepkilerin verdiği cesaretle biraz mahallemden bahsetmek isterim. Bugün her ne isem büyük payı olan mahallemden..

Alsancak Stadı’ndan eski garaja doğru ilerleyin.. Köşesinde ulusal bir gazetenin Ege Bölgesi Temsilciliğinin olduğu İşçiler Caddesi girişi sağınızda kalsın; siz devam edin.. En fazla bin adım kadar sonra sağ tarafta Sümerbank’ı göreceksiniz. Hah! Köşede eskiden Urfa’lı Mehmet Ağabeyin meyhanesinden dönün sağa; Sümerbank solunuzda kalacak ve yüz metrelerce uzanacaktır.. Bir zamanların cıvıl cıvıl emekçi kaynadığı, şimdilerde atıl Sümerbank.. Ha unutmadan! Meyhanenin karşı çaprazı, zamanında babamın da yıllarını verdiği, Büyük Tariş Direnişi’nin kilometre taşlarından olan Üzüm İşletmesi’dir. Politik duruşumun oluşmasında ilk duraktır benim için. Şimdilerde otomobil galerisi olarak hizmet vermekte.. Neyse!. Üç beş adım sonra Pomakların Kahvesi, bir blok sonrasında Konyalı Tahir Ağabeyin kahvesi, küçücük mahallemin bitiminde de Boksör Savaş Ağabey ve Sarı İsmail’in işlettiği kahve.. Sonuncusunda ocakçı olarak çalışmışlığım vardır. Final ve bütünleme sınavlarına hazırlanırken geceleri uyumadığımı fark eden ağabeylerim; sabah beş gibi çay ocağını yakıp 7 – 15 işçileri için mekanı benim hazırlamamı ve bu sayede harçlığımı çıkaracağımı düşünmüşlerdi.

Yüzölçümü ve yaşayan sayısı olarak küçük de olsa yaşamımın ilklerini barındırır mahallem.. Sizler için de öyledir; eminim.. Onbeş yaşıma kadar tanıdığım tek berber Kazım Amca’ydı. Taş çatlasın onbeş metrekare, zeminde talaş olan ve sobasında da talaş yanan, boyum aynaya yetişmediğinden tek kırmızı koltuğunun üzerine koyduğu taburenin üzerine oturduğum Kazım Amca’nın dükkanı.. Ramazan davulcumuz Ali Osman’ın davulunu emanet ettiği yegane yer. İlla ki babamın selamını iletip  ‘ Alabros ‘ traşımı olduğum Kazım Amca.. Yaşamımın ilk ikizleri de mahallemdendi; nalbur Orhan ve Burhan Ağabeyler. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda zorunlu olan karartma için yağlı kırmızı ve mavi kağıtları ben aldıydım oradan evimizin çıplak üç ampülünü kaplamak için.. Manav Haşmet Amcamız vardı, bakkal Fethi ve Hüseyin Amcalarımız, tek kasabımız Necati Amcamız. Namus ve dürüstlük timsali esnaflarımız..

Enflasyonu  ‘Ahmet ‘ olarak bildik biz!. Karıştırmamak için lakaplarıyla anılırlardı.. Motorcu Ahmet, Bekçi Ahmet, Balıkçı Ahmet, Köfteci Ahmet, Boksör Ahmet ve babam Tarişli Ahmet.. O lakaplar kimi zaman etnik kökenlerden kopup gelirdi de hiç kavga sebebi olmazdı; Pomak Süleyman ve Kürt Rıza gibi.. Lakap önemlidir. Öylesine önemlidir ki; kimi zaman mahallede adıyla aranan sakinler bulunamazdı.. İşte bir kaçı..

Kiki İsmail, Pavonoviç Münir, Çita Mehmet, Sakal Güngör, Peruk Mustafa ve Nato Mustafa, Çarli Vedat, Şoför Nevzat, Arnavut Yusuf, Sarı İsmail, Kara Melih, Postacı Ali, Klink Ercan, Dıgıdık Şadan, Deli Şuayip, Deli Turgut ve Deli Kadir, Furi Yusuf,  Kamaço İsmail, Konyalı İbo, Büfeci Necdet, Berber Kazım, Berber Bato, Müezzin Tahsin, Esat – Vedat – Sedat Kardeşler, Kör Salih, Kırkayak Metin ve niceleri.. Ahmetleri saydıydık zaten.. Ebediyete göçmüş olanlara rahmet, hayattakilere selam sarkıtıyorum..

Hemen her mahallede olduğu gibi ünlülerimiz de var elbette.. Merhum Metin Oktay’ın da yolunun kesiştiği mahalledir Umurbey.. Vahide Perçin Ablamız erken yaşta kaybettiğimiz kaleci Güven Perçin’in kız kardeşidir, bizim de.. Altınordu’nun TSYD İzmir Kupası’nı kaldırdığı 80’li yıllardaki liberosu Sedat İlban Ağabeyimizdir..

Bir bütün olarak algıladığımızda bir romanın ana omurgasını oluşturacak nitelikteki mahallemin bu yazıya sığdırabildiğim kahramanlarının her biri de eğer tanısaydı Sabahattin Ali için birer potansiyel Maria Puder aşığıdırlar. Yeknesak görünen bir yaşam mücadelesinin içindeki pırıl pırıl roman kahramanları..

Ustayı çok erken ve kalleşçe bir kumpasta yitirdik.. Yarım kalan  ‘ Ankara  ‘ romanı için kahrolanlardanım.

En iyi bildiğim şey haddimdir.. O had, günün birinde celallenirse bir romana evrilebilir belki de.. Başlığını atıp, bir iki paragraf karaladığım ve olay örgüsünü hazır ettiğim iki dosyam hazır.. Başlayıp bitirmem ve yayımlanması bir cinnete bakar aslında!. Babam Tarişli Ahmet örneğin.. 1965 yılında Aydın’ın Bozdoğan’ında orman yangınlarını söndüren bir ekipteyken; buz gibi çağıldayan ırmaktan tuttuğu aynalı sazanı ( Yangın Söndürme Ekibi Personeli olarak ateş yakması hoş karşılanmayacağından ) yine doğadan bulduğu turunçların suyunda pişirip rakısına meze yapan Ahmet.. Sırf bu yüzden; ilçede adı çiğ balık yiyen banka müdürünün deli oğluna çıkan Deliorman’lı Ahmet!. ‘ Ben Urumeli’nin Deliorman’ındanım. Oralardan ya pehlivan çıkar ya deli. Benim pehlivanlığım pek iyi değildir; ona göre ‘ diyen Ahmet!.

1935 yılının kiraz mevsiminde Bulgaristan’ın Novi Bazar ilçesinde başlayan, 1940 yılında İzmir’in Çeşme’sinden İstanbul’a, Bitlis’ten Siirt’e, Buldan’dan Bozdoğan’a uzanan.. Kah postacı, kah ormancı.. Beni henüz ondördümde Karl Marx’la, Victor Hugo’yla, Steinbeck’le, Balzac’la tanıştıran babam Ahmet.

Var mısın bir romanın satırlarında tekrar buluşmaya!..

Yorumlar