Anasayfa /  Popüler  /  Kim kimdir

Google Ömer Hayyam'ı Doodle yaptı | Ömer Hayyam kimdir? Hayatı ve eserleri

Önemli olaylar ve kişileri belirli günlerde Google'ın yaratıcı ekibi tarafından hazırlanan Doodle'lar ile logosuna taşıyor. Bu gün Google Ömer Hayyamı Doodle yaptı. Ömer hayyam kimdir? Hayatı ve eserleri sizler için derledik

Abone ol
Abone ol 18 Mayıs 2019 01:03

Google Ömer Hayyam'ı Doodle yaptı | Ömer Hayyam kimdir? Hayatı ve eserleri

Asıl adı Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim El Hayyam' dır. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubaitürünün kurucusudur. Batı ülkelerinde adına birçok dernek kurulmuş, rubaileri bütün batı dillerine çevrilmiştir. Matematik, fizik, astronomi ve tıp alanlarında birçok icadı ve önemli eseri bulunmaktadır. İbn-i Sina'dan sonra Doğu'nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmiştir.

18 Mayıs1048'de İran'ın Nişabur kentinde doğdu. Ömer Hayyam, bir çadırcının oğluydu. Bu yüzden acem dilinde çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden aldı. Ömer Hayyam, yaşadığı dönemde daha çok bilgin olarak ün kazandı.

Matematik ,fizik, astronomi ve tıp gibi rasyonel ilimler dışında müzik ve şiirle de yakından ilgilendi. İran'ın, Selçuklular yönetiminde olduğu dönemde yaşayan Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, Bağdat'a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle Selçuklu Sultanı Melikşah ve Karahanlı Şemsülmülk'ten büyük yakınlık gördü. Saraylarına ve meclislerine sık sık konuk oldu. Residüddin'in "Cami-üt-Tevarih" adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşları ve yakın dosttular. Nizamülmülk, bilgisine çok güvendiği için devlet yönetimi konusunda kendisine yardımcı olması için Hayyam'dan yardım istedi, ancak o, saray entrikalarından hayatının sonuna kadar uzak kalmayı yeğlediği için bu teklifi geri çevirdi.

Gerek kendi yaşadığı dönemde, gerekse sonraki çağlarda yazılan tüm kaynaklarda, Ömer Hayyam'ın çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır.

Hayyam, fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir alanlarında değişik eserler yazdı. Yazdığı bilimsel içerikli kitaplar arasında İbni Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi, Cebir ve Geometri Üzerine, Fiziksel Bilimler Alanında Bir Özet, Varlıkla İlgili Bilgi Özeti, Oluş ve Görüşler, Bilgelikler Ölçüsü, Akıllar Bahçesi yer aldı. En büyük eseri Cebir Risalesi'ydi. Matematik bilgisi ve yeteneği zamanın çok ötesinde olan Ömer Hayyam denklemlerle ilgili başarılı çalışmalar yaptı. Bunun yanısıra, binom açılımını ve bu açılımdaki katsayıları da bulan ilk kişiydi.

Ömer Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini belirleyen, sonraki yüzyıllarda da İslam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasına neden olan, yazdığı rubailerdi. Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusuydu. O günlerden bugüne dilden dile dolaşarak gelen sayısının ikiyüz kadar olduğu tahmin edilen rubaileri, sonraki çağlara da damgasını vuran eserler oldu.

Hayyam, rubailerini yazarken oldukça kolay anlaşılan, akıcı ve açık bir dil kullandı. Şiirlerinde gerçekçiydi. Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini olduğu gibi dile getirdi. Ona göre, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyuydu. İnsanoğlu, gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilirdi.

Şiirlerinde zamanının haksızlıklarını ve saçmalıklarını ince ve alaycı bir dille yerdi. Dörtlüklerinin konusunu aşk, şarap, dünya, insan hayatı ve yaşama sevinci gibi temalardan seçti. İnsan hayatının ana dokularına felsefi bir gözle baktı.

"Horasan'ın yıldızı; İran'ın ve Irak'ın dahisi, feylesofların prensi Ömer" şeklinde anıldı.

4 Aralık 1131'de doğduğu yer olan Nişabur'da hayatı sona erdi.

Hayyam, yaptığı çalışmaların çoğunu kaleme almamıştır, ancak kendisi birçok teori ve icadın isimsiz kahramanıdır. 21 Mart1079 yılında tamamladığı, "Celali Takvimi" olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmiştir. Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız "Gregoryen takvimi" 3330 yılda bir gün hata vermektedir. 

Ömer Hayyam'ın Eserleri

Hayyam'ın eserlerinden 18 tanesinin adı bilinmektedir, çeşitli bilim dallarında birçok eser yazmıştır.




Ziyc-i Melikşahi. (Astronomi ve takvime dair, Melikşah'a ithaf edilmiştir)


Kitabün fi'l Burhan ül Sıhhat-ı Turuk ül Hind. (Geometriye dair)


Risaletün fi Berahin İl Cebr ve Mukabele. (Cebir ve denklemlere dair)


Müşkilat'ül Hisab. (Aritmetiğe dair)


İlm-i Külliyat (Genel prensiplere dair)


Nevruzname (Takvim ve yılbaşı tespitine dair)


Risaletün fil İhtiyal li Marifet. (Altın ve gümüşten yapılmış bir cisimde altın ve gümüş miktarının bilinmesine dair. Almanya Gotha kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.)


Risaletün fi Şerhi ma Eşkele min Musaderat(Öklid'in bir probleminin çözülmesi metoduna dair, Hollanda Leiden kütüphanesinde bir nüshası vardır. F. Woepcke fransızcaya çevirmiştir.)


Risaletün fi Vücud (Felsefede ontoloji bahsine dair. Britanya kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur.)


Muhtasarun fi't Tabiiyat (Fizik İlmine dair)


Risaletün fi'l Kevn vet Teklif (Felsefeye dair)


Levazim'ül Emkine (Meskûn yerlerin iklimi ve hava değişikliklerine dair)


Fil Cevab Selaseti Mesâil ve fi Keşfil Hicab (Üç meseleye cevap ve alemde zıtlığın zorunlu olduğuna dair)


Mizan'ül Hikem (Pırlantalı eşyaların taşlarını çıkarmadan kıymetini bulmanın yöntemine dair)


Abdurrahman'el Neseviye Cevab (Hak Teâlâ'nın alemleri yaratmasının ve insanları ibadetle yükümlü kılmasının hikmetine dair)


Nizamülmülk (Arkadaşı olan vezirin biyografisi)


Eş'arı bil Arabiyye (Arabça rûbaileri)


Fil Mutayat (İlim prensipleri)




Ömer Hayyam'dan Rubai Örnekleri

Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;

Suçumuza, duamıza önem vermeyen;

Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;

Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

Büyükse de isyanım, kötülüklerim,

Yüce Allah'dan umut kesmiş değilim;

Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın

Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

Allah'ım bir geçim kapısı açıver bana;

Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;

Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni

Haberim olmasın gelen dertten başıma.

Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;

Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;

Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm

Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.

Derde gama yatkın yüreğime acı;

Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;

Bağışla meyhaneye giden ayağımı,

Kızıl kadehi tutan elime acı.

Akıl bu kadehi övdükçe över;

Alnından sevgiyle öptükçe öper;

Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi

Hem yapar hem kırıp bin parça eder.

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?

Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.

Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:

Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.

Her sabah yeni bir gün doğarken,

Bir gün de eksilir ömürden;

Her şafak bir hırsız gibidir

Elinde bir fenerle gelen.

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;

Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim;

Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,

Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.

Yaşamanın sırlarını bileydin

Ölümün sırlarını da çözerdin;

Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:

Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

İçin temiz olmadıktan sonra

Hacı hoca olmuşsun, kaç para!

Hırka, tespih, post, seccade güzel;

Ama Tanrı kanar mı bunlara?

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:

Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;

Bana kötü deyip kötülük edeceksen,

Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!

Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.

Kendini satmıyan adama ekmek yok:

Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!

Bilgenin yüreğinde her dilek,

Anka kuşu gibi gizli gerek.

Damla nasıl inci olur denizde:

Sedefler içinde gizlenerek.

Ovada her kızıl lalenin teni

Bir padişahın kanıyla beslendi.

Yerden biten şu mor menekşe yok mu?

Bir güzelin yanağındaki bendi.

Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler,

Bin bir derde düşer, canlarından bezerler.

Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür,

Onlar gibi olmayana adam demezler.

Gül verme istersen, diken yeter bize.

Işık da vermezsen, ateş yeter bize.

Hırka, tekke, post most olasa da olur,

Kilise çanları bile yeter bize.

Beni özene bezene yaratan kim? Sen!

Ne yapacağımı da yazmışın önceden.

Demek günah işleten de sensin bana:

Öyleyse nedir o cennet cehennem?

İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:

Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili.

duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?

Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli!

Hak er geç cimrilerin hakkından gelir;

Cehennem ateşleri onlar içindir.

Ne der, dili inciler saçan Muhammet:

Cömert gavur cimri müslümandan yeğdir.

Varlığın sırları saklı, benden;

Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.

Bizimki perde arkasında dedi-kodu:

Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,

Biter bu dünyanın dedi-kodusu.

Ölenden bir haber bekler insanlar:

Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!

Yel eser, umutlar savrulur gider;

Sensiz, bensiz kalır bağlar bahçeler;

Altın gümüş nen varsa harcamaya bak!

Ölür gidersin, düşmanın gelir yer.

Dünya üç beş bilgisizin elinde;

Onlarca her bilgi kendilerinde.

Üzülme; eşek eşeği beğenir:

Hayır var sana "kötü" demelerinde.

Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;

Şu dünyanın sırına ermişim az çok.

Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:

Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok.

Cennette huriler varmış, kara gözlü;

İçkinin de ordaymış en güzeli.

Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:

Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.

Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;

Bana da sapık, dinsiz der durursun.

Peki, ben ne görünüyorsam oyum:

Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?

Varlık yokluk derdini aklından sil;

Bırak öteleri de kendini bil.

Doldur şarabı, geniş bir nefes al:

Kaç nefes alacağın belli değil.

Bir elde kadeh, bir elde Kuran;

Bir helaldir işimiz, bir haram.

Şu yarım yamalak dünyada

Ne tam kafiriz, ne tam müslüman!

Ben kadehten çekmem artık elimi;

Tutmam senin kitabını, minberini.

Sen kuru bir sofrasın, ben yaş bir sapık:

Cehennemde sen mi iyi yanarsın, ben mi?

Leyla isteyen kişi Mecnun olmalı;

Kendinden de, dünyasından da geçmeli.

Sevenlerin sofrasına çağrılınca

Ben körüm, ben dilsizim demeli.

Öldürmek de, yaşatmak da senin işin;

Bu dünyayı gönlünce düzenleyen sensin.

Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat?

Beni böyle yaratan sen değil misin?

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:

İki başımız var, bir tek bedenimiz.

Ne kadar dönersem döneyim çevrende:

Er geç baş başa verecek değil miyiz?

Dünyada akla değer veren yok madem,

Aklı az olanın parası çok madem,

Getir şu şarabı, alsın aklımızı:

Belki böyle beğenir bizi el alem!

Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:

Senden ayığız bu sarhoş halimizde.

Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:

İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?

Bu dünyadan başka bir dünya yok, arama;

Senden benden başka düşünen yok, arama!

Vaz geç ötelerden, yorma kendini:

O var sandığın şey yok mu, o yok arama!

Şu serviyle süsen neden dillere destan?

Neden hep onlara benzetilir hür insan?

Birinin on dili var, boşboğazlık etmez,

Ötekinin yüz eli var el açmaz, ondan!

Benim halimden haber sorarsan,

Bir çift sözüm var sana, yürekten:

Sevginle gireceğim toprağa,

Sevginle çıkacağım topraktan.

Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,

Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?

Ev mi dayanır, bu sel yatağına?

Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?

Dün geldi: Nedir aradığın? dedi bana:

Bensem, ne bakarsın o yana bu yana?

Kendine gel de düşün, içine iyi bak:

Ben senim, sen ben; aranıp durma boşuna!

Sabah doldu göklere mavi mavi;

Doldur, ışık döker gibi, kaseyi!

Acı olmasına acıdır şarap:

Ama gerçek acıdır demezler mi?

Adam olduysan hesap ver kendine:

Getirdiğin ne? Götüreceğin ne?

Şarap içersem ölürüm diyorsun:

İçsen de öleceksin, içmesen de!

Camiye gittim, ama Allah bilir niye:

Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.

Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden:

O eskidi gittim yenisini yürütmeye.

Kimi dinde imanda buldu yolu

Kimi akıl, bilim yolunu tuttu.

Derken ses geldi karanlıklardan:

Gafiller! Doğru yol ne odur, ne bu!

Her gece aklım dalar gider engine.

Ağlarım, inciler dolar eteğime.

Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:

Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!

Dünya ne verdi sana? Hep dert, hep dert!

Güzel canın da bir gün elbet.

Toprağında yeşillikler bitmeden

Uzan yeşilliğe, gününü gün et.

Şarap sen benim günüm güneşimsin!

Öyle bir dolsun ki seninle içim.

Bir bildik görünce beni sokakta:

Ne o şarap nereye böyle? desin.

Ben ne camiye yararım, ne hayvana!

Bir başka hamur benimki, başka maya.

Yoksul gavur, çirkin orospu gibiyim:

Ne din umrumda, ne cennet, ne dünya!

Bir kuş gördüm yüce Tus kalesinde,

Keykavus'un kafa tası pençesinde.

Sorup duruyor kafaya: Hani? Nerde?

Adamların, davun dümbeleğin nerde?

Şu testi de benim gibi biriydi;

O da bir güzele vurgun, dertliydi.

Kim bilir, belki boynundaki kulp da

Bir sevgilinin bem beyaz eliydi.

İnciyi isteyen dalgıç olacak;

Varı yoğu dosta verip dalacak.

Canı avucunda, nefesi göğsünde:

Ayağı baş olacak, başı ayak!

Girme şu alçakların hizmetine:

Konma sinek gibi pislik üstüne.

İki günde bir somun ye, ne olur!

Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.

Bir taş bulamazsın ki Doğu ovalarında

Küfretmesin bana da, benim zamanıma da

Yüz adım yürü bak, bir dertli insan görürsün:

Bunalmış, otura kalmış yolun kenarında.

Güneş attı göğe sabah kemendini:

Aydınlık padişahı atına bindi.

İçin! için! diye bağırdı dört yana

Canım sabah şarabının müezzini.

Bu kadeh bir bedendir, cana gebe!

Bir yasemindir, erguvana gebe!

Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu:

Bir sudur, bir su ki yangına gebe!

Gökte bir öküz varmış, adı Pervin;

Bir öküz de altındaymış yerin.

Sen asıl iki öküz arasında

Tepişmesine bak şu eşeklerin!

Ne bilginler geldi, neler buldular!

Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.

Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?

Birer masal söyleyip uyuya kaldılar.

Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!

Bir ışık daha var, ışıklardan başka.

Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye:

Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka.

Bir damla şarap ver Çin senin olsun;

Bir yudumu bütün dinlerden üstün.

Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?

O acıya tatlılar feda olsun.

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:

Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.

Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer;

Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!

Bırak onu bunu da gönlünü tut hoş!

Şu durmadan kurulup dağılan evrende

Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!

DOODLE NEDİR?

Doodle, her ne kadar çok daha önceden de kullanılan bir terim olsa da internetin ve arama motoru Google'ın ortaya çıkmasından sonra daha farklı bir anlama sahip. 'Duğdıl' şeklinde okunan Doodle günümüzde, arama motoru Google'ın ana sayfasında 'Google' yazan logosunun sanatsal ve dikkat çekici imaj çalışmalarına dönüşmesi anlamına geliyor. Doodle denildiğinde insanların aklına gelen şey dikkat çekici logolar oluyor.

DOODLE NE ZAMAN ORTAYA ÇIKTI?

İnternetin, günlük hayatın vazgeçilmezlerinden biri olmasından sonra Doodle'lar da bir hayli önem taşımaya başladı. Google tarafından oluşturulan ilk Doodle çalışması 20 Ağustos 1998 tarihinde gerçekleşti. İlk doodle 'Burning Man' festivali için yapıldı ve büyük beğeni toplamasından sonra bir gelenek haline geldi.

Doodle zaman içerisinde popülerlik kazanmaya başladıktan sonra Google'ın da doodle'lar için verdiği önem giderek arttı. İlk olarak Google, sadece önemli günler için doodle'lar hazırlayıp yayınladı. Ancak günümüzde bu durum giderek arttı ve ünlü kişilerin doğum günlerinden önemli bayramları ya da festivalleri kutlamak için de özel doodle'lar hazırlanmaya başladı.

Doodle sadece görsellerden ibaret değil

Doodle çalışmaları ilk etapta yalnızca görsellerden ibaretti. Ancak zaman içerisinde bu durumda da değişikliğe gidildi. Günümüzde doodle çalışmaları bir animasyondan ya da video içerikten oluşabiliyor. Bu noktada Google tarafından belirlenen tasarım ekibinin yaratıcılıkları da önemli bir fark ortaya koyuyor. Google'ın yaratıcı ekibi tarafından hazırlanan doodle'lar hem bir geleneği devam ettiriyor hem de dikkat çekici çalışmalar ortaya koyulmasını sağlıyor.


Yorumlar