Anasayfa /  Keyifli Haberler

Üçe koyalım hocam

Abone ol
Abone ol 09 Ocak 2019 02:15

Üçe koyalım hocam

Küçük Ali okula başladığından beri her Gün ögretmeni Aysel hanıma gidip:

– “Öğretmenim beni yanlış sınıfa koydunuz, benim yerim birinci sınıf değil, ablam üçüncü sinifta ama ben en az onun kadar akıllıyım, hiç olmazsa beni üçüncü sınıfa alın.” diye şikayet edermiş.

… Bundan sıkılan Aysel ögretmen bir gün Ali’yi kaptığı gibi okul

müdürüne çıkmış ve olayı anlatmış. Okul müdürü:

– “Peki” demiş, “Bu çocugu bir imtihan edelim, yeri üçüncü sınıfsa o sınıfa koyalım” ve baslamış sorgulamaya;

– “Iki kere iki?”

– Ali hemen “Dört” demiş,

– “Sekiz kere dokuz?”

Ali hemen:

-“Yetmis iki” demis,

-“Kaç mevsim var?”

Ali hemen:

-“Dört” demis.

Bu sirada Aysel hocada

– “Müsaade ederseniz bir kaç soruda ben sorayim” demis ve sormus:

– “Söyle bakalim Ali, ineklerde dört tane ama bende iki tane var, bu nedir?”

Ali hemen:

-“Ayak” demis..

Aysel hoca sormuş gene:

-“Peki senin pantolonunda olupta benim pantolonumda olmayan şey nedir?” Ali hemen yanitlamis:

-“Cep”.

Bunun üzerine Aysel hoca dönmüs müdüre;

-“Üçe koyalım hocam” diyecekken

Müdür, Aysel hocanin sözünü kesmiş;

-“Hocam, bu çocugu üçe degil beşinci sınıfa koyalım, zira son iki suale ben doğru cevap veremedim”



BONUS FIKRA



Sarhoşun biri sabaha karşı zil-zurna evine dönmüş kapının önünde gürültülü bir şekilde kapıyı açmaya çalışıyordu.

Gürültüye uyanan karısı camdan başını çıkartıp bağırdı:

-Al hınzır herif! Al anahtarı atıyorum, gürültü etme de gir içeri kahrolası!

– Karıjjığım dedi sarhoş, Bende anahtar var mümkünse sen bana anahtar deliğini gönder!

Asansör





Köylü bir adam ve oğlu büyük şehre ilk defa gelmişler.



Alışveriş merkezinde zemin kattaki iki gümüş renkli parlak duvarın ağır ağır açılıp kapanması ilgilerini çekmiş.



─ Bu ne baba, diye sormuş oğlan.



Hayatında hiç asansör görmemiş baba. “Bilemiyorum oğlum” demiş.



Onlar bu ilginç şeyi nefeslerini tutup izlerken tekerlekli sandalyeli yaşlı bir kadın sağa sola kayan gümüş renkli duvarlara doğru gitmiş ve bir düğmeye basmış.



Duvarlar açılmış, yaşlı kadın yoğun ışıklı küçük bir odaya girmiş, duvarlar kapanmış.



Oğlan ve babası kapının üzerindeki küçükten büyüğe doğru yanıp sönen ışıklı rakamları izlemişler.

Son rakamdan sonra aynı sırayla bu sefer geriye doğru ışıklar teker teker yanmış.



Sonunda duvar iki yana kayarak açılmış, dışarı 20’li yaşlarda incecik muhteşem bir kadın çıkmış.



Adam şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacakmış. Heyecanla oğluna seslenmiş;



─ Koş oğlum koş, anneni getir!..

Kırık Vazo





Adam, karısına doğum gününde bir vazo hediye etti. Dar ağızlı, uzun, gösterişli bir vazoydu.

Kadın, bu değerli ve pahalı hediyeyi çok beğendi.

Onu evin en güzel yerine koydu. Ertesi gün alışverişten dönünce koyduğu yerde, sehpanın üzerinde göremedi.

Kocasının, dün vazoyla birlikte getirdiği kırmızı güller vazonun içinden çıkmış, oturma odasında yerlere saçılmışlardı.

Hemen seslenerek oğlunu çağırdı.



Yedi yaşından büyük göstermeyen bir erkek çocuğu koşarak yanına geldi. “Vazo nerede?” diye sordu oğluna.

“Ben onu kırdım” dedi çocuk. “Parçalarını da toplayıp çöpe attım. Hiç bir yer kirlenmedi anne. Çiçeklere de bir şey olmadı.”



Kadın birden deliye döndü. Bir süre söylenip durdu.

Bu sinirinin geçmesine yetmemiş olmalı ki, üç dakika sonra çocuğun yakasından tutmuş çılgınca sarsmaya başlamıştı.

“Nasıl yaparsın! Baban onu daha yeni almıştı.

Fiyatından haberin var mı?” Ardından bir tokat patlattı çocuğun suratına.

Çocuk titredi. İkinci bir tokat yemekten korkar gibi elini kaldırıp indirdi.



“Ben onu kırmadım” diye itiraf etti aniden. Sol yanağı, yediği tokadın şiddetinden alev alev yanıyordu.

“Orada koltuğun arkasında” derken göz yaşlarına hakim olamadı. Sonra koşarak odasına gitti. Kadın olduğu yerde kalakaldı.



Acaba doğru muydu söyledikleri?!

– Gidip koltuğun arkasına baktı. Vazo orada duruyordu işte. Sapasağlamdı ve üzerinde bir çizik bile yoktu.

Birden müthiş bir pişmanlık duymaya başladı. Çocuğuna vuran eli, tıpkı oğlunun sol yanağı gibi alev alev yanmaya başlamıştı.



Peki neden böyle bir şey yapmıştı. Neden vazonun kırıldığını söylemişti durduk yere.

Düşünerek işin içinden çıkamayacağını anlayınca doğruca onun odasına gitti.

Çocuk yatağa uzanmış, dizlerini karnına çekmiş, sırtı duvara dönük ağlamaya devam ediyordu.

Annesi onu kaldırmaya çalıştı. Çocuk inat etti ve kendisini, onun kollarından kurtararak yine yatağa attı.

Sonunda kadın pes edip, oraya öylece oturdu.



“Niye yaptın?” diye sordu. O da, yattığı yerden, doğrulmadan anlatmaya başladı.

“Bu gün okulda bir çocuk, annesinin en güzel porselen tabağını kırmış.

Annesi de ona çok kızmış. Ben de ona dedim ki, eğer böyle bir şey yapsaydım, annem bana hiç kızmazdı.

Çünkü beni çok seviyor. O da, yaparsan görürsün dedi bana.” Sözlerini bitirince yine ağlamaya başladı.



Kadın en yumuşak sesiyle “Bebeğim,” dedi çocuğu kucağına alırken. Çocuk bu kez hiç itiraz etmedi.

Usulcacık başını annesinin göğsüne koydu ve hıçkırarak ağlamaya devam etti.

“Söz oğlum, bir daha bir şeyi kırarsan sana hiç kızmayacağım.” Bu vaat, çocuğun küskünlüğünü önlemek için oldukça iyiydi.

Çünkü ikisi de her an evde bir şeylerin kırılabileceği ihtimalinin farkındaydılar.



“Hiç kızmayacaksın ama!” dedi çocuk.



“Hiç!” dedi annesi.



“Söz mü?”



“Söz oğlum, hiç kızmayacağım.”



Oğlu birden yataktan atlayıp, koridora koştu. İçeriden büyük bir şangırtı geldi.

Kadın koşarak oraya gitti ve gördüğü manzara karşısında adeta bir şok yaşadı.

Az önce pırıl pırıl parlayan o canım vazo şimdi paramparça olmuş, odanın her yerine dağılmıştı.

Vazodan çıkan küçük bir süper kahraman maketi, parçalarla birlikte yerde duruyordu.

“Bu gün içine kaçmıştı” dedi çocuk. “Çıkartamadım, elim sığmadı. Söz verdin kızmayacaksın.

Hem zaten tokatı peşin yedim.” Sonra maket oyuncağını kaptığı gibi dışarı fırladı.

Arkadaşları oynamak için onu bekliyorlardı.


Yorumlar