HAYAT HER ŞEYE RAĞMEN GÜZEL

Düşününce, hayat güzel aslında. Düşününce hayat çok güzel, evet. Bir çiçeği koklamanın da aldığımız nefesin de ayrı bir tadı var şu hayatta.

Bazen şunları sormalıyız kendimize, tüm içtenliğimizle...

“Ne arıyoruz?”

“Neden bu kadar telaşlıyız?”

“Nedir bu hengamemiz?”

Bazen olur ki; hasta oluruz, ağzımızın tadı kaçar. O anlarda ne yersek yiyelim, ne içersek içelim bir tat bulamayız. En şahane tatlıyı yesek de bize tatlı gelmez, tat vermez. Daha önceden iştahla yiyip içtiğimiz şeyler bize acı gelir sanki. Ne dersek diyelim, bu noktaya kendi kendimizi bizler getiriyoruz aslında. Hep bir doyumsuzluk, hep daha fazlasına kavuşma arzusu var içimizde. Bitmek bilmeyen bir arzu... Hırslarımız var. Ucu bucağı görünmeyen kin ve öfkelerimiz... Bunlardı bizi hayata karşı körleştirip sağırlaştıran. Ve bir savaşa sürükleyip daima hızlandıran. Hızlı bir şekilde yaşamaya sevk eden. Hiçbir şeyin tadını aldırmayın da...

Şimdi biraz durup düşünmeye ne dersiniz?

Ve dinginleşip kendimiz gibi olmaya?

Hadi bir süreliğine de olsa duralım, dinginleşelim. Kendimizi bulalım...

Hiç de fena olmaz.

Hayat çeşitli güzelliklerle dolu. Öyle ki; hayattan keyif ve zevk aldığımız anlarda bir soğan dahi yesek nasıl da tatlı gelir bize? Nasıl da bir lezzet bırakır dimağımızda, öyle değil mi?

Hele bir de bir bardak çay içtik mi, o zaman kendimizi dünyanın tüm nimetlerine sahipmişiz gibi hissederiz ki, sormayın. Çünkü keyif alıyoruz, tadına varıyoruz bir şeylerin.

Aslında bize tatlı ya da acı gelen şeyler, ne yiyip içtiğimizden ziyade; hızlandırılmış hayatımızın ve doyumsuzluklarımızın şiddetiyle alakalı. Eğer tüm bunlar hayatımızı ele geçirip alt etmediyse bizden şanslısı yok. Bu da ruhsal olarak henüz bizden daha sağlam, daha sağlıklı, her şeyi iyiye ve güzele yorumlayanın olmadığı anlamına gelir.

Fakat bir kere ağzımızın tadı bozulmuş, ruh dünyamız sağlıksız hale bürünmüş ise dünyanın en güzel yemeklerini de yesek, dünyanın tüm lüks şeylerine sahip de olsak, hiçbir şey ifade etmez bizim için. Zaten istesek de tadını alamayız tüm bunların.

Hayatta yaşadığımız her şey, -bizi mutlu ya da mutsuz kılan şeyler- yaşadığımız olaylardan ziyade, iç dünyamızdaki durumların tezahürü olur aslında. İç dünyamız, imanî bir nur ile aydınlanmış ve verilen her şeye bahşedilmiş bir nimet gözüyle bakabilirsek, doyumsuzluktan vazgeçip şükredersek şayet; dışarıda olan karanlık bize kâr etmez. Ama iç dünyamız karanlık ise; dışarısı güneş de olsa, dünya bizim de olsa faydasız...

Nimetleri gözü görmeyen biri için, dışarısının güneşli olması bir anlam ifade eder mi dersiniz? Elbette ki etmez...

Ama gözü gören ve verilen her bir nimeti fark eden biri için ise durum çok farklı tezahür eder şüphesiz ki. Karanlık ve loş bir ışıkta dahi etrafını görmeye devam eder, o. Önünü şükrederek aydınlatır zira...

Hayata güzel baktığımızda güzellikleri, kötü baktığımızda ise kötü şeyleri görürüz. Hayat, bizim baktığımız yerde şekillenir aslında. Fakat ne olursa olsun hayat yine de biz insanların iyi ya da kötü yapacağı ve bir şekilde yerine getireceği vazifelerle dolu. Bunları yerine getirirken gösterilecek başarı tamamen bizim elimizde. Şüphesiz ki bizi hayata bağlayan, her anını güzel kılan birçok sebepler vardır. Önemli olan bunları fark edip şükrederek, istikamet üzere doğru bir şekilde ilerleyebilmek. Bu ilerleyiş de ancak 'sevmek' ile mümkün olabilir. Hayatı güzelleştiren şey; sevgidir bir anlamda. Yaşamı sevmek; Allah sevgisi, kainat sevgisi, aile sevgisi, dost ve arkadaş sevgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi gibi birçok sevgiyi de barındırır içinde.

Yaşamı sevmek, hayatı kucaklayabilmenin ön koşulu. Her şeye rağmen nefes almanın, hayatın güzelliğinin, sevdiklerimizin varlığının ve yaşıyor olmanın derin hazzını yaşayabilmeliyiz her dem.

İşte o zaman ‘rağmen’lere rağmen “hayat çok güzel” diye haykırabileceğiz belki de...

Yorumlar