ESKİ

Adettendir; sözlüğe bakıp taçlandıralım başlığımızı.. Efendim; eski sözcüğü dilbilim açısından sıfat olup ‘ Uzun zamandan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş ‘ şeklinde tanımlanabilir. Farkındasınız, son derece genel bir açıklaması var sözlüklerde.  Ama nar gibidir ‘ eski ‘; evet evet nar gibi!. Alın koyun binlerce sözcüğün önüne, olasıdır, yakışır. Eski arkadaş, eski sevgili, eski dost, eski elbise vb.. Biraz da kil gibi demi? Önüne geldiği isim veya olguya farklı duygular yükler, farklı şekil alır! Dost ve sevgilinin önüne koyalım; aynı anlamı, aynı tınıyı, hissi alamazsınız..

Bendenizin bu yazıdaki niyeti ise  ‘ eski ‘ sözcüğünün etrafında birkaç tur atmak olacak. Bakalım becerebilecek miyim!.

Bizim zamanımızda diye başlamak olası aslında!. Bu kalıbı kullanabilecek kadar yıl biriktirmişliğimiz var. Salgın malgın diye başlamaktansa daha iyi bence! Haydi!.

45 yıl öncesinin İzmiri!. 1 milyon beşyüzbin gibi bir nüfus.. Beş kişilik ( Orta-Alt gelir grubunda yer alan )  Yılmaz Ailesi bayrama hazırlanıyor. İlk durak Kemeraltı, bütçenin elverdiğince ben ve iki kardeşime alınan bayramlık giysiler. Merhum babam yıllık iznini denk getirdiyse anneanne ve babaanne ziyaretleri için trenle Basmane yolculuğu. Bugünkü ölçülerde garaj falan yok. Basmane meydanının arkasından kalkan otobüslerle Aydın’a intikal. İki konuyu açmadan binmem otobüse . İlki, tek maaşın girdabında da yaşasak mutlaka o bayram alışverişi yapılırdı. İkincisi, yolculuğun sonunda ben ve kardeşlerimi bekleyen bir dede figürünün olmaması! Dede – Torun ilişkisi ne menem şeydir bilmem! Biri ben doğmadan, diğeri çok küçükken göçüp gitmişler. Görece zengin sayılabilecek sözcük haznemden çıkarıp kullanmadığım iki sözcükten biridir ‘ Dede ‘. Diğerini de saçayım orta yere; ‘ Keşke ‘ ..

Bayramla tatili ilişkilendirmenin hiç bilinmediği cahil ama samimi yıllardı onlar. Benim için en büyük artısı merhum amcamın ve eniştemin verdiği kallavi harçlıklardı. Hemen açıklayayım anlamını: Dolaşımdaki en büyük banknottan ikisine sahip olarak dönerdim İzmir’e..

Eğer İzmir’de kaldıysak; bayramda kallavi harçlıklardan mahrum kalır, maddi darboğaz denen şeyle ilk cilveleşmelerimi yaşardım. 5 kuruş zurnanın son deliğiydi belki; ama Bakkal Hüseyin Amca’dan küçük kakaolu şeker aldırabilecek kadar haysiyet sahibiydi!. 25 kuruşun karşılığı ise mahallemiz Darağacı’nda kurulan devasa salıncakta sallanmaktı. O yıllardaki algımla o şeyin nasıl bir gecede bitiverdiğini, bayramın ikinci gününün sabahı kargalar kahvaltılarını bile yapmadan biz çocukların emrine hazır hale geldiğini hiç anlamazdım. Bol bol tadını çıkarırdım ama!.

Şimdilerde o sıfatı ülkemizin adının önüne getirerek ironik saptamalar yapmaktalar!. Üzülüyorum.. Nostaljik romantizmin pençelerinden kurtularak ifade etmem gerekirse; anlatmaya çalıştığım yıllardan bugünlere değerler bazında büyük yıkımlar yaşandı.

Eski Türkiye değilmişiz!.   

Yeni Türkiye’de merhum amcam ve eniştemin verdiği ve dönemin en değerli iki banknotunun toplamı kadar param olmadan gezmişliğim çoktur. Liyakat ve hak etmek kavramlarının birer yabancı dil sözcüğü muamalesi gördüğü, 99 depreminde evinin enkazından sarkan cesedin kolunu bilezik için kesenlerle aynı oksijeni solumak zorunda kaldığım, pudra şekerli ve bakara makaralı ise o yeni; ben burada, bu yazıda kalıyorum.

Bayramınızı tee 45 yıl öncesinin Türkiye’sinden, İzmir’inden kutluyorum…

Yorumlar