Anasayfa /  Teknoloji

İnsanın yuvası Afrika kıtası mı?

Afrika’da bulunan bir Taş Devri yerleşiminde yapılan araştırmalar, modern insanların tek bir kökenden evrimleştiği fikrine meydan okuyor. Yapılan DNA incelemeleri, insanlığın tek bir bölgeden değil, Afrika’nın tamamından yayılmış olabileceğine işaret ediyor.

Abone ol
Abone ol 12 Ekim 2017 05:13

Güney Afrika’daki bir kumsalda bulunan ve bir çocuğa ait olan 2 bin yıllık kemikler, modern insanların Kuzeydoğu Afrika’da yaşamış tek bir atadan geldiği iddiasına karşı sağlam kanıtlar sunuyor.

Omo Kibish’te ve Etiyopya’nın farklı yerlerinde bulunan fosillere dayanan bu eski teori, modern insanların ortaya çıkışlarını yaklaşık 180 bin yıl öncesine dayandırıyor. Bununla birlikte, Güney Afrika ve İsveç’teki bilim insanları yeni gerçekleştirdikleri DNA incelemelerinde, bulunan erkek çocuğun atalarının genetik olarak diğer insan gruplarından ayrılmış olduğu zamanı hesaplamak için kemikleri bir “moleküler saat” gibi kullanarak, modern insanların 260 bin ila 350 bin yıl önce var olduğu görüşünü ortaya koydular.

Modern insanların ortaya çıktıkları tahmin edilen tarihin en az 100 bin yıl geriye gitmesi, geçtiğimiz haziran ayında yayınlanan ve Fas’taki Jebel Irhoud arkeolojik kazı bölgesinde bulunan insan kalıntıları ve diğer buluntulara ilişkin yaklaşık 300 bin yıllık tarihlendirmeyle de kabaca uyumlu görünüyor.

KITANIN TAMAMI İNSANLARIN EVİ 

Yeni bulgu, yalnızca Kuzeydoğu Afrika bölgesinin modern insanlığın “beşiği” olmadığını, aslında bütün Afrika kıtasının insanlık için bir yuva olduğu hipotezini de inanılır kılıyor.

İsveç’teki Uppsala Üniversitesi’nden Carina Schlebusch, Science dergisinde yayınlanan yeni araştırmasında “Tarih öncesi insanların Homo Erectus’tan Homo Heidelbergensis’e ve modern insanlara geçiş aşamasının, Afrika’da birden fazla yerde gerçekleşmiş olabileceği düşüncesi, hem genetik hem de arkeolojik açılardan bu noktada birleşiyor,” diyor.

Schlebusch, bir zamanlar ‘Afrika Dışı’ hipotezi ile rekabet halindeki eski ‘çok bölgelilik’ teorisinin çöküşünden dolayı, bilim insanları tek kökenden gelme fikrinin alternatiflerine karşı henüz tereddüt içindeler, diyor. Farklı modern insan gruplarının dünyadaki eski hominin (insansı) gruplarından evrimleştiğini ileri süren bu teori, DNA analizlerinin gösterdiği kadarıyla, dünyanın diğer bölgelerindeki Homo Sapiens fosillerinin genetik açıdan birbirleriyle Afrika’daki insanlardan daha yakın olduklarını ve bağımsız olarak gelişmediklerini ifade ediyordu.

Schlebusch, “Çok-bölgeli teori, dünya nüfusunun nasıl oluştuğunu açıklama noktasında yanlıştı,” diyor. Öte yandan, insanların Afrika’da nasıl evrimleştiği konusunda haklı olabilir.

Potansiyel açıdan tarihi değiştirebilecek böylesi kanıtların, Güney Afrika’nın KwaZulu-Natal bölgesindeki bir kumsalda bulunan ve “Ballito Körfezi A” diye adlandırılan taş devri çocuğunun kemiklerinde keşfedilmesi beklenmiyordu. Sıcak, nemli bir yarı-tropik iklimde kum, tuz, su gibi elementler ve farklı hava koşullarına maruz kalan kemikler, DNA analizi için sağlam veriler sunmayabilir.

Schlebusch, “Mağaralardan toplanan diğer numuneler hakkında daha fazla umutluyduk,” diyor. “Mağaralar genellikle daha iyi koşullar sağlar; çünkü iklim oldukça sabit ve serindir, bu nedenle DNA bozulmaz. Ancak bu örnekler bir şekilde bize bilgi sağladı,” diyor.

TAŞ DEVRİ ÇOCUĞU GÜNEY AFRİKALI

Arkeolojik buluntuları desteklemediği göz önünde bulundurulduğunda, taş devri çocuğu hakkında kesin anlamda bilinen tek şey, genlerinin bize sağladığı bilgiden ibaret: Güney Afrika’nın ‘Khoe-San’ halklarından ‘San’ kabilesinin bir üyesi. Göründüğü kadarıyla avcı-toplayıcı bir yaşam sürdürüyordu ve dilsel bağlamda San dilini kırsal tarımın göçebe bir formunda yaşayan ‘Khoe’ kabilesinin diliyle harmanlayan bir aksanla konuşuyordu.

Khoe-San alt dalı, yalnızca Avrupalılar ve Asyalılardan değil, diğer Afrikalılardan da genetik açıdan farklıdır. Araştırmalar, onların en eski ortak Homo Sapiens atalarımızdan erken tarihte ayrılan modern insanların bir dalı olduklarını gösteriyor.

Günümüz bilimi açısından Ballito Körfezi’ni özel kılan nokta ise, görece genetik açıdan “saflığı”; yani, ataları diğer insan gruplarının üyeleriyle diğer dallardan daha az üreme ilişkisi yaşamış.

Bu durum, Schlebusch ve meslektaşlarının DNA’yı bir ‘moleküler saat’ gibi kullanmalarına, diğer fosillerin DNA’larıyla karşılaştırmalarına ve ortak bir atadan çeşitli mutasyonların evrimleşmesinin ne kadar zaman alacağını tahmin etmelerine olanak sağladı.

DNA ilişkilendirme hatasız bir işlem değil. Bir kuşaktan diğerine geçişin, ayrıca her bir kuşağın ne kadar zamanda gerçekleştiğine ilişkin ‘genetik mutasyon’ oranına dair tahminlerde bulunmayı gerektiriyor.

Eski DNA’lar alanında dünya çapında tanınan bir araştırmacı olan ve Güney Avustralya’daki Adelaide Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren Alan Cooper, “Moleküler saatlerin, özellikle de modern veya yakın-modern genetik bulgular incelenerek hesap yapıldığında, işe yaraması çok zor. Mutasyon oranına ve oluşum zamanına ilişkin daha isabetli tahminler, bu tarihleri ​​oldukça büyük bir aralıktan dar bir süreye indirebilir,” diyor.



Bu açıdan, “çok uzun tarih aralıkları hakkında biraz temkinli” olmakla birlikte, Schlebusch ve meslektaşları tarafından yapılan araştırmanın kesinlikle ilgi çekici olduğunu ifade eden Cooper, “Tarihlendirmeyi daha ziyade ‘heyecan verici’ olarak kabul etsek dahi, insanın genetik çeşitliliğinde daha önce bulunanlardan önemli derecede derin genetik bölünmeler olduğunu ve Güney Afrika’da yaşanan evrimin tarihinde daha merkezi bir rol oynadıklarının düşünülmesi gerektiğini gösterdiler,” diyor.

Schlebusch, mutasyon oranı ve nesillerle ilgili öngörülerinin tartışmaya açık olduğunu kabul ediyor; ancak DNA tarihleme sonuçlarının göreli ölçekte ve diğer araştırma dizileriyle birlikte ele alındığında hâlâ değerli olduğunu ifade ediyor: “Gerçekten de Afrika’da yürütülen eski DNA çalışmalarına büyük bir katkı sağlayacağını düşünüyorum. Tarih öncesi insanların modern insanlara nasıl evrildiğini görmek amacıyla paleontolojik ve arkeolojik tahminler yürütebileceğimiz bir aşamaya ulaştık.”


Yorumlar