Anasayfa /  Güncel

ABD-Tayvan ilişkilerinde statüko değişiyor mu?

ABD-Tayvan ilişkilerinde statüko değişiyor mu?

Abone ol
Abone ol 10 Aralık 2016 11:29

ABD başkanı seçilen Trump'ın, on yıllardır devam eden statükoya son vererek Tayvan Devlet Başkanı Tsai ile görüşmesi, ada ülkesini 'kırmızı çizgisi' olarak gören Çin tarafından tepkiyle karşılandı.

KUALA LUMPUR - Mehmet Özay

ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump, kampanya dönemi boyunca Asya-Pasifik bölgesini yakından ilgilendiren konulardaki çıkışlarıyla dış politikada önemli bir değişikliğe gideceği mesajını veriyordu. Bu değişikliğin askeri ve ticari anlaşmalar bağlamında sıklıkla gündeme gelmesi, bölge ülkelerinde endişeyle izleniyor. Bununla birlikte, geçen hafta Trump ile Tayvan lideri Tsani-Ing-wen arasında geçen telefon konuşması, Trump’la birlikte ‘bölgeyle ilgili politikalarda yeni bir açılım mı geliyor’ sorusunu da beraberinde getiriyor.

Obama dönemi politikaları ve Tayvan’da statüko

Obama yönetimi bölgenin stratejik, politik ve ekonomik boyutlarını bir arada ele alacak yeni yapılanmalarla dikkat çekiyordu. Bu çerçevede, Japonya ve Güney Kore ile yarım yüzyılı aşkın askeri işbirliği anlaşmaları, Çin’in bölgedeki askeri ve sivil altyapı çalışmalarına paralel olarak yeni boyutlara evriliyordu. Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) hazırlıklarının da küresel ticarette bölgenin rolünü daha da artırmanın yanı sıra, ulusal güvenlik politikasının parçası olarak Çin’i çevrelemeye matuf bir yönü vardı. Öyle ki Savunma Bakanı Ash Carter’ın ifadesiyle, bu ticari işbirliğinin, yani TPPA’nın yürürlüğe konması, bir uçak gemisi kadar önem arz ediyordu.

Bununla birlikte, Obama yönetimi Çin’le doğrudan karşı karşıya gelmekten kaçınmak adına, Tayvan konusunda statükonun korunması konusunda siyasi irade sergiledi. Çin, Tayvan’ı ayrı bir devlet olarak tanımadığı gibi, Hong Kong gibi kendisine bağlı bir ‘eyalet’ olarak görüyor ve bunu sıklıkla deklare ediyor. Bunu da “iki yapılı tek devlet” kavramıyla ifade ediyor. Tayvan ise ‘Çin devletini’ temsil eden bir siyasi yapı olduğunu ileri sürerek, küresel çapta kendisini bağımsız bir devlet olarak deklare ediyor ve ilişkilerini de bu çerçevede oluşturmaya çalışıyor. Bu nedenle Çin’in bir gözünün sürekli Tayvan üzerinde olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Öyle ki Pekin'in, Taipei yönetiminden gelebilecek herhangi bir bağımsızlık ilânına karşı, askeri seçenek de dahil, aldığı her türlü tedbirin arasında, adaya en yakın noktalara konuşlandırdığı füzelerin varlığına dikkat çekmek gerekiyor.

Bu yapı içerisinde Çin ve Tayvan ilişkilerinin bir kopuşundan bahsedilmiyor. Aksine, iki siyasi yapı bünyesinde var olan ve - Tayvan Boğazı’na atfen kullanılan - ‘Boğaz’ın öte yakası ilişkilerini ele alan bir birim üzerinden ilişkiler devam ediyor. Kaldı ki Tayvan’ın Çin ana kıtasında oldukça önemli bir yatırım ve ticaret ilişkisi bulunuyor. Bunda son sekiz yıldır iktidarı elinde tutan Milliyetçi Parti’nin dikkat çekici çabaları söz konusu. Bugüne gelindiğinde ise her ne kadar bağımsızlık yanlısı bir çizgide kabul edilse de, Demokratik İlerleme Partisi ve başkanlık koltuğundaki lideri Tsai-Ing-wen’in ilişkileri koparma gibi bir niyeti, en azından şimdilik, bulunmuyor. Aksine, geçen yıl yapılan seçimlerin ardından ‘statüko’nun devam ettirileceği açıklamasıyla hem Çin hem de ABD’nin yüreğine su serpmişti.

Trump'ın sürpriz telefon görüşmesi

Tayvan Devlet Başkanı Tsai’nin Trump’la geçen hafta yaptığı telefon görüşmesi, Çin yönetimi tarafından tepkiyle karşılanan bir gelişme oldu. Kimi çevreler, Trump’ın bu görüşmesini, dışişlerinin saf dışı bırakılması olarak yorumladı ve protokolü göz ardı eden bu hareketi başkanın ‘tecrübesizliğine’ bağladı. Öte yandan, Çin dışişleri bakanının bu görüşmeyi, “Tayvan’ın küçük bir hilesi” şeklinde nitelemesi düşük perdeden bir tepki olsa da, artık ‘kayıtlara’ geçmiş bir gelişme olduğuna kuşku yok. Öte yandan Çin dışişleri bakanlığından yapılan diğer açıklamalarda, uluslararası arenada Çin’i temsil eden yapının ana karadaki Çin Halk Cumhuriyeti ve Tayvan’ın da bu devletin ayrılmaz parçası olduğunun ifade edilmesi, Pekin’in kırmızı çizgilerine bir vurgu anlamı taşıyor.

Bu bağlamda 8 Kasım’da ABD’deki seçim sonrasında oluşan yeni durum da Çin yönetimince yakından izleniyor. Trump’ın, kampanya boyunca Japonya ve Güney Kore’yle askeri işbirliğinin ve ABD’nin bu iki ülkenin savunma harcamalarına yönelik katkısının sınırlandırılacağını ifade ettiği açıklamaları, hiç kuşku yok ki, Çin yönetimi tarafından olumlu karşılanıyordu. Ancak Trump’ın kampanya dönemindeki bazı söylemlerinden hareketle Obama dönemindeki Asya-Pasifik politikalarından geri çekileceğini düşünen ve bölgede zayıflayacak ABD etkisi karşısında kendisine alan açılacağını uman Pekin yönetiminin bu tahmininin geçen haftaki telefon görüşmesinden sonra zayıflamasının ardından, temkinli bir bekleyiş sürecine geçtiği düşünülebilir.

Trump’ın Japonya ve Güney Kore ile geleneksel ittifak çerçevesindeki askeri anlaşmalarda sorumluluğun paylaşılması yönündeki argümanı tazeliğini korurken, Tayvan başkanıyla görüşmesi bölgede kafaları karıştırmaya yetecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Çin’le Asya-Pasifik özelinde karşı karşıya gelmeyeceği zannına sebep olan Trump’ın, birden Tayvan’la görüşmeye hazırlanmasında şaşılacak bir durum yok değil.

40 yıllık politika değişir mi?

Hiç kuşku yok ki, bu telefon görüşmesi sıradan bir hadise değil. Aksine, Jimmy Carter döneminde, yani 1979 yılında, ABD yönetiminin yönünü Tayvan’dan Çin’e çevirmesinden bu yana, ABD başkanlarının veya ‘seçilmiş başkanların’ biri tarafından Tayvan başkanıyla yapılan böyle doğrudan telefon görüşmesi, bir ilk olma özelliği taşıyor. ABD dış politikasında Çin’in Tayvan’ın önüne geçmesine rağmen, Tayvan’la ilişkilerin sonlandırılmadığı, ‘Amerikan Enstitüsü’ gibi kurumlar aracılığıyla ticari, ekonomik ilişkiler başta olmak üzere, içinde askeri alanın da olduğu ‘iki ülke arasında’ var olan hemen tüm ilişkilerin ortaya konduğu da bir gerçek. Bunun son dönemde belki de en dikkat çeken örneği, 2009 yılında Obama yönetiminin, Tayvan’la, askeri işbirliği anlaşması çerçevesinde yaptığı 14 milyar dolarlık silah satışı anlaşması.

Pekin’in memnuniyetsizliğini dile getirmesi sonrasında, Trump bu görüşmenin tesadüfen olmadığını, aksine önceden planlandığını ifade edercesine, Çin’in Güney Çin Denizi'ndeki faaliyetleri ve kur üzerindeki oynamaları gibi bazı hususlara dikkat çekerek, “Bu konularda Çin yönetimi bize danıştı mı ki, biz de Tayvan’la görüşmeden önce onlara danışalım?” açıklamasını yaptı ve bu suretle telefon konuşmasıyla ilgili herhangi bir sorun bulunmadığına işaret etti. Kaldı ki Trump’ın danışmanlarının Tayvan lideriyle bu görüşmeyi daha önceden ayarladıkları yönündeki açıklama da bu görüşü destekliyor. Çin’in bölgesel ilişkilerde statükonun dışına çıkmaya yönelik bu türden icraatlar konusunda Obama döneminde bile sergilemediği bir tepkiyi Trump daha başkanlık koltuğuna oturmadan göstermesi, resmi ilişkilere gergin başlanacağı ihtimalini ortaya koyuyor. Üstüne üstlük Tayvan liderinin görüşmede, yeni başkandan, uluslararası arenada Tayvan’ın önünü açacak adımlarda destek talep etmesi de görüşmenin salt bir ‘kutlama’dan ibaret olmadığının kanıtı niteliğinde.

Trump'ın Asya-Pasifik politikaları

Bu telefon görüşmesi Trump’ın oluşmakta olan ekibinin genelde dış politika, özelde Doğu Asya politikaları konusunda nasıl bir yapılanma ortaya koyacakları bağlamında da değerlendirilebilir. Bu noktada, Trump’ın kabinesinde kilit noktalara getireceği isimlerin, bölgeye bakışlarına bağlı olarak Uzak Doğu politikalarında belirleyici olacaklarına kuşku yok. Bugünlerde bu telefon görüşmesi çerçevesinde adı sıklıkla zikredilen kişi Beyaz Saray Özel Kalem Müdürlüğü'ne atanan Reince Priebus. Tayvan dışişleri bakanının Priebus’ın adının Beyaz Saray üst düzey yönetimi için geçmesinin ada için “hayırlı bir haber” olduğunu söylemesi, yeni yönetimde bir Tayvan eğiliminin ortaya çıkacağını gösteriyor.

Trump, Asya-Pasifik bölgesinde Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’nı (TPPA) rafa kaldıracağını, Japonya ve Güney Kore savunmalarına artık eskisi gibi kaynak ayrılmayacağını söylese de, Tayvan lideriyle görüşmesi ve bu görüşmeyi temellendiren argümanı, ABD’nin yeni dönemde bölgeyi terk etmeyeceği, ancak farklı bir açılımla Çin karşısında dengeleme politikasına devam edeceği olasılığına kapı aralıyor. Öyle ki Trump’ın Güney Çin Denizi konusundaki şikayeti, Çin’in bu yönde ABD çıkarlarına muhalif bir girişimi olduğunun teyidi anlamı taşımasının yanında, Pekin yönetiminin bu yöndeki ısrarlı icraatına karşı sessiz kalınmayacağını da düşündürüyor. Bu bağlamda Trump’ın Asya bölgesi danışmanlarından Peter Navarro’nun geçenlerde Foreign Affairs için kaleme aldığı makalede Obama döneminde geliştirilen Asya-Pasifik politikalarına hak verilirken, bunun arzu edilen sonuçlara yol açmadığı görüşü, yeni yönetimin bu konuda daha keskin politikalarla sonuç alıcı adımlar atabileceği izlenimi veriyor.

ABD-Çin ilişkilerinin geleceği

ABD yönetiminin Tayvan konusunda yapacağı olası bir çıkışın salt askeri yardımlarla sınırlı olmayacak gibi durması, ekonomik gelişmişliği ve sahip olduğu demokratik gelenekle ABD’nin, bu ada ülkesiyle ilişkilerini çok işlevli bir yapıya oturttuğunu ve bunu daha da geliştirebileceğini gösteriyor. Bu noktada, Tayvan’ın son birkaç yıldır Hong Kong’da süren demokrasi mücadelesini ‘yakından’ takip ediyor olması, ABD yönetiminin ana kara Çin karşısında bir demokrasi bloğu çalışmasının alt yapısını oluşturabilir.

Pekin yönetimi bu gelişmeyi sert bir şekilde eleştirse de, Trump’ın henüz resmen göreve başlamamış olması ve dış politika konularında nasıl bir politika izleyeceğinin ipuçları bulunmasına rağmen ortadaki durumun katiyetten uzak olması Çin’i bir tür ‘bekle-gör’ stratejisine sevk ediyor.

Pekin yönetiminin kırmızı çizgisi hükmündeki Tayvan konusunda ABD’nin yapacağı herhangi bir çıkışın, hem bölgesel hem de küresel sorunlara bir yenisini daha ekleyeceğine şüphe yok. Doğu Çin Denizi’nde Çin-Japonya anlaşmazlığı ve Kuzey Kore’nin nükleer denemeleri ve tehdidine eklenecek bir Tayvan sorunu ABD-Çin ilişkilerinde yeni gerginliklere konu olacak bir döneme girileceği anlamına gelecek.

Yorumlar